24 Ağustos 2010 Salı

SEPULTURA


Türkiye’yi garipsemedik

Röportaj: Gülbahar KARAKUŞ

Türkiye, death metalin ağır toplarından Sepultura’yı ağırladı. Maçka Küçükçiftlik Park’ta konser veren Brezilyalı grubun en eski üyesi Paulo Jr.’ı sahneye çıkmadan hemen önce yakaladık, Sepultura hakkında merak ettiklerimizi sorduk.

Siz, kurulduğundan beri grupta sabit kalan tek üyesiniz. Kurulduğu yıllarda Sepultura’nın şöhretinin dünyaya yayılacağını, her ülkede hayranlarınızın olacağını tahmin ediyor muydunuz?

- Bu kadarını tahmin etmiyorduk tabii ama ümit ediyorduk. Esas konumuz, ünlü olmaktan öte albüm kaydedebilmekti. İlk hedefimizde Sao Paulo’da çalabilmek vardı.

Geçen sene çıkardığınız “A-Lex” adlı albümünüz nasıl bir hazırlık sürecinden geçti?

- “A-Lex”, bizim için bir ilham kaynağı kullanarak kaydettiğimiz en iyi albüm oldu. Hepimiz, Anthony Burgess’in 1962 yılında yazdığı “Otomatik Portakal” romanının güzel bir ilham kaynağı olduğu konusunda hemfikirdik. Açık fikirli bu romanın müzikle birleşiminin güzel olabileceğini düşündük. Bu, bir kere okuyup üzerine şarkı yazılabilecek bir roman da değil, devamı olan bir roman. Birinci şarkı, ikinci, üçüncü ve dördüncü olarak sürüp gidebilir ve hiçbir zaman eskimez.

SAO PAULO TRAFİĞİYLE İSTANBUL'UNKİ AYNI

“A-Lex”i “Otomotik Portakal” romanından esinlenerek hazırladınız. Albümde
bir de Ludwing Van (Beethoven) adlı bir şarkınız var. Bu durumda albümü bir “ustalara saygı” çalışması gibi düşünebilir miyiz?

- Evet, bu doğru. “Ludwing Van”, Beethoven’ın dokuzuncu senfonisinden uyarlayarak yaptığımız bir şarkı. Bu fikre, bir klasik müzik orkestrasıyla çalma fikrinden geldik. Bir de Beethoven, romandaki baş kahraman
Alex’in en sevdiği müzisyendi, bunu da es geçmek olmaz diye üşündük ve “Ludwing Van” ortaya çıktı. Ve açıkçası bu parça umduğumuzdan çok daha güzel oldu.

Dünya turnenizde birçok ülkeyi gezdiniz. Sizi özellikle etkileyen bir ülke oldu mu?

- Evet, gerçekten birçok yerde bulunduk, bu yüzden sadece birini seçebilmek zor. Çok fazla değişik kültürü tanıma şansımız oldu. Mesela komünizm yıkıldığı zamanlarda
Rusya’ya gitmiştik, ilginç bir deneyimdi. Bir de Türkiye’ye ilk geldiğimizde çok fazla garipsediğimizi söyleyemem, çünkü bu ülkenin Brezilya ile ortak yönleri var. Sao Paulo trafiğiyle İstanbul trafiği, kaosu neredeyse aynı... Slovakya, Sırbistan, Hırvatistan... Bu ülkeleri de görebilmiş olmak gerçekten büyük şans...

TWITTER’DAKİ HESAP GERÇEKTEN BİZE AİT

Sizin için en önemli konser hangisiydi?

- Zor bir soru. Ülkelerde olduğu gibi en önemli diye ayırmak konserler için de epey zor. 1989’da Viyana’da verdiğimiz konser, Brezilya dışındaki ilk konserimizdi, bu yüzden çok önemliydi. Bir de gerçek anlamda bir festival olan Rock in Rio konserinin önemi büyük. Neredeyse 200 bin kişinin önünde sahne almıştık. Tabii ıngiliz Black Sabbath’la birlikte sahneye çıktığımız konserin de yeri unutulmaz benim için. Dediğim gibi sadece bir konseri seçemiyorum. Mesela Türkiye’deki ilk konserimiz,
Rusya’daki ilk konserimiz... Hepsinin ayrı bir önemi var.

Twitter’da grup adına bir hesabınız var, bu gerçekten size mi ait?

- Benim yok ama grubun var, evet. Bizimle birlikte çalışan bir arkadaşımız sayfayı sürekli güncelliyor, konser görüntülerini koyuyor, tabii biz de kontrol ediyoruz.

DAHA ÇOK GELMEK İSTERİZ

Son olarak Türk hayranlarınıza söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?


- Bu Türkiye’ye üç ya da dördüncü gelişimiz. Türkiye’de olmak güzel, daha fazla gelmeyi ve hayranlarımızla buluşmayı isteriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder