3 Aralık 2010 Cuma

paşa gönlüm dert edinir kendine yoktan yere

Şimdi açıkçası ben bu blogu açtığımda aman efendim takipçilerim olsun, yok efendim blog okunsun gibi bi derdim olmadı. Şimdi var mı? ha şimdi de yok. E dedim madem kimse okumuyo bende yazarım la dilediğim gibi. Vallahi de yazarım, billahi de yazarım. Şimdi efendim ben bu Hollywood haberlerini falan mecburen takip ediyorum, yok Miley Cyrus kimin kucağında, yok Britney Spears paparazzilere dellenmiş yine, yok efendim kimin tek taşı kiminkinden büyük gibi... Çoğu magazin ekinin de bu tarz işlerini yapan çalışanları var zaten, burda bi problemim yok. Benim problemim şu ki çok affedersiniz mal gibi hiç gitmediğiniz, görmediğin yerlerdeki adamların ilişkileri hakkında asparagas yapıyosunuz ya o. (bu mu derdin derseniz, evet bu. n'oldu beğenemediniz mi?) Yok Jennifer Garner'la kocasının arası soğukmuş... bak sen, la nerden biliyon? evine mi girdin? affedersin yastıkları yorganları sen miydin? yani... Öyle bu gecelik öncelikli derdim buydu.

ED HARCOURT


Kadife sesli İngiliz beyefendisi
İngilizlerden iyi müzisyenler çıkıyor bence. Adamın canlı sesini dinledikten sonra kayıt, albüm, mp3 falan dinlemek istemedi canım açıkçası. Kendisi aynı zamanda pek de bir sempatikti. Bir de evlilik yüzüğünü taktığı için ayrı bir taktir ettim. pek bi şeker, pek bi tatlıydı. Neyse işte bu da röportajımız...





İstanbul’da ilk kez sahneye çıkacaksınız, neler hissediyorsunuz?
- Çok heyecanlıyım. Daha önce Türkiye’de hiç bulunmamıştım, bu benim için göz açıcı bir deneyim olacak.

Hiç bilmediğiniz bir ülkede konser vermek nasıl bir duygu?
- Bu benim için her zaman merak uyandıran bir şey. Bazen o konserden ne beklediğini bilmezsin ama bir sıcaklık umarsın. Ben de İstanbul konserimi heyecanla ve bir sıcaklık umarak bekliyorum.

Türkiye’ye ilk kez geleceğinizi söylediniz, peki ülkemiz hakkında bilgi sahibi misiniz?
- Evet, Türkiye hakkında birçok harika şey duydum, özellikle de İstanbul hakkında. Açıkçası ülkenize gelmek için sabırsızlanıyorum. Bir gün oraya ailemle gelip güzel zaman geçirebilmeyi de umuyorum.

Son olarak “Lustre” adlı albümünüzü çıkardınız. Nedir bu albümü diğerlerinden farklı kılan?
- “Lustre”, üzerinde daha çok odaklandığım, diğerlerine oranla daha neşeli bir albüm oldu. Sound’u daha kibar, sıcak ve dolu dolu bir albüm. “Lustre”, dünyanın pozitif yönlerini görmekle ilgili. Bazı şarkılarda hüzün var elbette ama bu da insancıl bir duygu değil mi zaten?

MÜZİK LİSTESİ ENDİŞEM OLSAYDI KENDİMİ TIMARHANEDE BULURDUM

İlk üç albümünüz İngiltere müzik listelerinde üst sıralardaydı. Ama dördüncü albümünüz “The Beautiful Lie”ın o kadar başarılı olmadığı söylendi. Sizce de başarısız bir albüm müydü?
- Dürüst olmak gerekirse, benim albümlerim hiçbir zaman en yüksek yerlerde olmadı. Hep yavaş yavaş sattılar. “The Beautiful Lie”, ailenin problemli çocuğu gibiydi. Zaman zaman eğlenceli, zaman zaman da son derece depresif bir çocuk gibi. Bu yüzden insanlar alıp dinlemiş midir, bilemiyorum. Ama ben o albümümü hâlâ seviyorum. Bir de şunu söylemek istiyorum; benim müzik listeleriyle ilgili endişelerim pek yok. Olsaydı, kendimi yerel bir tımarhanede bulurdum!

Tom Waits, Nick Cave ve Jeff Buckley ile karşılaştırılıyorsunuz. Sizce de müzikleriniz benziyor mu?
- Bu isimlerin hepsini seviyorum. Eğer onlarla karşılaştırılıyorsam, kendimi pohpohlanmış hissederim.

Özel bir ilham kaynağınız var mı?
- Her şey benim ilham kaynağım.

Peki, bir idolünüz var mı?
- Evet, hem de birçok idolüm var... George Carlin, Bill Hicks, Peter Cooke, Nina Simone, Oliver Reed, Hunter S. Thompson, Dorothy Parker, Jim Jarmusch, Mozart, Chopin, Debussy, Seethoven, Rza, Ralph Steadman, Magritte, William Blake, Robert Wyatt, Stephen Fry, Max Richter, The Beatles idollerimden sadece birkaçı...

KENDİ SESİMDEN SIKILMIŞTIM

“The Beautiful Lie”ın ardından bir best-of albümü çıkardınız ve daha sonra uzun bir süre müziğe ara verdiniz. Bu aranın sebebi neydi?
- Sadece değişik bir şeyler yapmaya ihtiyacım vardı. Kendi sesimden sıkılmıştım. O dönem müzik şirketimle ve menajerimle yollarımı ayırdım. Başka insanların müzikleri için söz yazmak istedim. Yine o dönem ilk çocuğum doğdu. Kendimi yanmış gibi hissediyordum ve yapmam gereken en doğru şey ara vermekti. Şimdi ise kendimi yenilenmiş hissediyorum.

20 Eylül 2010 Pazartesi

GENÇ ÇİFTİN MUTLU GÜNÜ




Genç çiftin mutlu günü
Altı yıl önce güzel bir yaz günü hayatımın aşkı diye tanımladığı Gizem Karamangil’le tanışan Caner Bal,geçtiğimiz gün Büyük Kulüp’te düzenlenen nişan töreniyle evliliğe giden yolda ilk ciddi adımı attı.

Beş yıldır birlikte olan çiftin bu güzel günlerinde çiftin ailesi ve yakın arkadaşları da hazır bulundu. Tüm gece bu mutlu günü kutlayan çift, davetliler eşliğinde bol bol dans etti. Özel bir bankanın İnsan Kaynakları bölümünde görev yapan 25 yaşındaki Karamangil’e ilk görüşte âşık olduğunu söyleyen 28 yaşındaki Bal, önümüzdeki yıl yapılacak olan düğün törenleri için odlukça heyecanlı olduğunu da açıkladı. Genç çiftin önümüzdeki yıl yaz aylarında dünya evine girmeyi planlıyor.

31 Ağustos 2010 Salı

METE HOROZOĞLU

Öyle bir geçer zaman ki!




Okuduğum en iyi senaryo

Röportaj: Gülbahar KARAKUŞ
Fotoğraf: Çetin KEÇECİ

"Nefes: Vatan Sağolsun" filminde Mete Yüzbaşı'yı canlandıran Mete Horozoğlu, yeni sezonda Kanal D'nin flaş yapımlarından "Öyle Bir Geçer Zaman ki" ile izleyici karşısına çıkacak. Ünlü oyuncuyla "Bugüne kadar okuduğum en iyi senaryoya sahip" dediği dizinin detaylarını ve yeni projelerini konuştuk.

Yeni sezonda "Öyle Bir Geçer Zaman ki" dizisiyle karşımıza çıkacaksınız. Öncelikle bu diziden gelen teklifi kabul etmenizi sağlayan unsurları sormak istiyorum...
- Bana teklif geldiğinde senaryonun büyük kısmı yazılmıştı. Okudum ve çok sağlam bir hikâyesi olduğunu gördüm. Açıkçası bugüne kadar okuduğum en iyi senaryo. Bir de dizide hikâye 1967 yılında başlıyor. Ben eski zaman hikâyelerinin daha bir oturaklı olduğunu düşünüyorum. Senaryoyu okur okumaz bir çalışma isteği oluştu bende.
Peki bu diziyi diğerlerinden farklı kılan ne sizce?
- Dediğim gibi hikâyede her şey oturaklı ve planlanmış. Adeta yaşanmış bir olayın senaryosu yazılmış. Beni en çok etkileyen, canlandıracağım karakterden ziyade dizideki aile oldu. Ailenin bir oğlunun adının Mete olması mı yoksa o dönemin atmosferi mi beni aileye bu kadar bağladı, bilmiyorum. Ama geçiş döneminin sıkıntısı, çatışmaların karakterlere yansımasının çok samimi ve gerçekçi işlendiğini gördüm. Bu nedenle senaryo benden artı iki puan aldı.
İlk kez mi geçmiş yılları işleyen bir yapımda rol alıyorsunuz?
- "Semaver ve Kumpanya" adlı bir tiyatro oyunumuz vardı, o da bu diziyle aynı dönemde geçiyordu, hatta o biraz daha öncesine ait bir hikâyeydi. Televizyonda ise ilk defa geçmişe ait bir hikâyede rol alıyorum.
AMERİKAN VE TÜRK FİLMLERİNİ İZLEDİK
Soner rolüne nasıl hazırladınız? Özel çalışmalarınız oldu mu?
- Yönetmenimiz Zeynep Günay Tan'la çok uzun süre oturup konuşarak hazırlandım rolüme. Benim canlandırdığım karakterin Akarsu ailesinden bağımsız bir hikâyesi de var. Statüsü de farklı bir karakter. Konuşma, vücut hareketleri, davranış biçimi nasıl olmalı, ona biraz kafa yorduk. Bir sürü şey denedik.
Bu denemeler sırasında o döneme ait filmleri de izlediniz mi peki?
- Bütün bir filmi oturup izlemekten ziyade, o döneme ait Amerikan ve Türk filmlerinden parçalar seyrettik. Özellikle 50 ve 60'lı yılların filmlerini tercih ettik, çünkü benim canlandırdığım karakter 35 yaşında. Ve yapısında da bir dinginlik var. O dinginlik temel alınarak Soner'in iskeleti oluşturuldu.
Başka ne gibi özellikler öne çıkıyor Soner'in karakterinde?
- Çok fevri çıkışları, uç noktaları olan bir karakter değil. İyi bir işadamı. Aslında o dönemde iyi bir işadamı olması ve siyasilerle arasını iyi tutması için yırtıcı bir adam olması gerekiyor. Ama onun geçmişten gelen bir birikimi var. Topraktan gelen parasını sanayiye yatırmış ve işini iyi bilen bir adam. İnsanlarla nasıl iletişim kuracağını bilen, patronlarla olduğu kadar 17-18 yaşlarındaki gençlerle de anlaşabilen biri. Oturaklı, sakin ve kontrollü...

METE YÜZBAŞI'DAN SONRA SONER ROLÜ ÇOK İYİ GELDİ
"Nefes: Vatan Sağolsun" filmindeki Mete Yüzbaşı rolünden sonra böyle bir karakteri canlandırmak size neler hissettirdi?
- Vallahi bana çok iyi geldi Mete Yüzbaşı'dan sonra bu karakter. Mete Yüzbaşı dertlerle yoğrulmuş bir karakterdi. Sorunlarının en yükseğe çıktığı noktada gördünüz siz onu. En yakın arkadaşını kaybetmişti. İç ritmi oldukça yüksek bir karakterdi ve çok yorucu bir hayatı vardı. O rolü oynamak da doğal olarak yorucu olmuştu. Bu karakter ise daha sakin, hayatı rahat olan bir adam. O yüzden bana gerçekten iyi geldi...
Rolleriniz gerçek hayatınıza da etki ediyor yani?
- Tabii ki... Soner çok sakin ve durağan bir karakter olduğu için, sakin geçiyor benim çekimlerim. Hakikaten çok iyi koşullarda çalışıyorum...
İzleyici nasıl bulur sizce bu diziyi?
- Senaryo gerçekten çok başarılı. Hikâye, karakterler, kostümler, dekor her şey yerli yerinde. Dizi o zamanın ruhunu hissettiriyor, oyuncular elinden geleni yapıyor. Genç oyuncu kadrosu da çok iyi. Keyif verici bir iş olacak. İzlenirken de çalışıldığı zamanki kadar zevk verecek diye umuyorum.

DERDİ OLAN KARAKTERİ CANLANDIRMAK İSTERİM
Peki, yeni sezonda başka projeleriniz olacak mı?
- Bu dönem bir de tiyatro olacak. Sağ olsunlar, dizideki çalışma günlerimizi çok iyi ayarladılar. Çekimlerden arta kalan günlerimi tiyatroya ayırabileceğim. Levent Kazak'ın yazdığı bir oyunu sahnelemeye karar verdik, bir aksilik olmazsa aralık, ocak gibi o oyunu çıkarmayı düşünüyoruz.
Sinema filmi de olacak mı?
- Senaryo bekliyorum... Şimdi tiyatro olacağı için ocak ayından sonra gelecek senaryolara bakacağım.
Birlikte çalışmayı istediğiniz bir yönetmen veya oyuncu var mı? Ya da canlandırmayı çok istediğiniz bir rol?
- Yönetmenlerden Fatih Akın ve Nuri Bilge Ceylan'la çalışmayı çok isterim... Aslında bu soruya "dert anlatan insanla çalışıp dert anlatan bir karakteri canlandırmak isterim" diye yanıt verebilirim. İçi boş bir yapım yerine, hayatla ilgili meselesi olanları tercih ederim, çünkü onlar daha gerçek oluyor. Ve hayatla derdi olan karakterleri oynamak isterim, çünkü daha derin oluyor. "Nefes" filmindeki gibi. İsmini bilmesem de dert anlatmak isteyen bir yönetmenle çalışabilirim...

HEP 66 MODEL
BİR LINCOLN'E
BİNMEYİ İSTEMİŞTİM
1967 yılından günümüze uzanan dizide döneme ait her detay düşünülmüş. Tarih uzmanlarına danışılmış, uzun süren bir arşiv çalışması yapılmış. Bunlar bile prodüksiyonun büyüklüğü hakkında ipuçları veriyor aslında, değil mi?
- Evet, en ince detaylar bile düşünüldü. Mesela dizinin çekildiği sokaktaki evlerin camları pvc'ydi. Marangozlar tarafından yenilenerek o döneme uygun hale getirildi. Birçok yere Arnavut kaldırımı döşendi. Kıyafetler büyük incelikle hazırlanıyor, o zamanın araçları kullanılıyor. Dizilerin bu yönünü seviyorum. Ben hep 66 model bir Lincoln'e binmeyi isterdim, onu verdiler altıma. Ama şimdilik sürdürmüyorlar, sanırım kaçıracağım! (Gülüyor)

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Chick Corea konser izlenim

İstanbul ilham verdi
GÜLBAHAR KARAKUŞ
Ünlü caz piyanisti Chick Corea, yeni grubu Chick Corea Freedom Band ile Cemil Topuzlu Açık Hava sahnesini doldurdu. Geçtiğimiz gün İKSV (7 Temmuz 2010) 17. Uluslararası İstanbul Caz Festivali kapsamında sahne alan Chick Corea Freedom Band, 7'den 77'ye tüm sevenlerini büyüledi.
7’den 77’ye birçok yaş grubundan dinleyicisi bulunan Chick Corea’ya sahnede, Christian McBride(elektrik bass), Kenney Garett(saksafon) ve 85 yaşındaki efsane davulcu Roy Haynes eşlik etti. 21:15’de sahneye çıkan grup seyirciyi selamladıktan sonra açılışı The Night Has a Thousand eyes adlı parçayla yaptı. Konserde Psalm, Monk’s Dream, Dam that Dream gibi parçalarını çalan Chick Corea Freedom Band, bir de İstanbul’dan esinlenerek doğaçlama yaptı.Bütün gece Cemil Topuzlu sahnesinde müziğin büyüsüne kapılıp çıt çıkarmayan seyirci, bu doğaçlamayla birlikte adeta zincirlerini kırdı ve alkışlarkla tempo tutmaya başladı. Bir ara tüm grubun davulun başına geçmesiyle coşan kalabalık, ıslık öttürmeden de edemedi.
Yaklaşık bir buçuk saat sahnede kalan grubun Roy Haynes’in solosuyla geceyi bitirdiğini düşünen izleyici neredeyse bisi kaçırıyordu. Haynes’in solosundan sonra veda edip sahneden inen Chick Corea Freedom Band, konserin son iki parçasında yakaladığı çoşkuyu kolay kolay bırakmak istemediği için grubu alkış yağmuruna tutarak tekrar sahneye getirmeyi başardı. Blue Hawk adlı parçayla izleyicilerine veda eden Chick Corea Freedom Band, uzun bir süre ayakta alkışlandı.
Notlar:
Chick Corea’nın en sadık izleyicisi 70’lerinde bir teyzeydi. Kızının koluna giren teyze, konser başlamadan önce ivedilikle yerini aldı.
Cemil Topuzlu Açıkhava sahnesinde boş koltuk yok denecek kadar azdı.
Grup seyirciyle çok fazla muhatap olmadı. Corea, sadece ara ara yükselen alkış seslerine karşılık başıyla selam vermeyi tercih etti.
Konser başladıktan yaklaşık 1 saat sonra bir yerlerden pop müzik sesi geldi.
Seyircinin bir kısmının aceleci davranıp kalabalığa kalmama isteği bisi kaçırmalarına neden oldu. Bu durum bana acaba Türk izleyicisinin bitsen haberi mi yok? Yoksa İstanbul’un hızı konserlerde bile peşimizi bırakmıyor mu? Sorularını aklıma getirdi.

Safiye Soyman

Ramazanda transa geçerim
Gülbahar KARAKUŞ


Kısa bir süre önce İlahi albümü çıkartan Safiye Soyman, ramzan ayı hakkındaki düşüncelerini ve hislerini payşlaştı. Ramazan ayında adeta transa geçtiğini söyleyen Soyman, kısa sohbetimizde hiç unutamadığı anılarını da anlattı.

Merhaba Safiye Hanım, son olarak ramazan ayına bir ilahi albümü ile giriş yaptınız, nasıl geçiyor ramazan ayınız?
Ramazan çok güzel geçiyor, muhteşem, ama şekerim çok düşüyor o yüzden ilk defa bu sene oruç tutamıyorum ama maneviyatımın en yüksek olduğu dönemdeyim. Bedenen ve beynen çok farklı duygulara kapılıyorum. Her yönden transa geçiyorum diyebilirim, ibadet olsun, yemek olsun…

Siz yemek yapar mısınız, iftar davetleri verir misiniz?
Çok güzel yemek yaparım çok güzel davetler veririm. İftara giderim, aniden iftara gitmeyi severin, onun sevabı ayrıdır.

Küçüklüğünüzde nasıl geçerdi ramazan aylarınız?
Ben 6 yaşımdan beri orucumu tutarım, küçükken de ilahiler okurdum. Ben küçükken bizim evde teravihler kılınırdı, sahura kadar oturulur yemekler yenirdi, benim babam hocaydı. Bizim evimizde gelen giden eksik olmazdı adeta dergâh gibiydi. Evimizde hiç yemek olmasa bile annem bir soğan kavururdu, soğanlama adında bir yemek yapar yine de misafirlerimize ikram ederdi. Babam bize birinin kapısına gidecekseniz aniden gidin, çok sevap derdi. Bunları çok iyi bilen bir insanım, on kere hatim indirdi.

İlahi albümü yapma fikri nasıl oluştu?
Babamı rüyamda gördüğüm için ilahi albümü çıkardım. Babam kızım sen çok güzel şarkı söylüyorsun bir de ilahi oku dedi, ben de onun isteğini yerine getirdim hem de bütün İslam âlemine hediyem olsun istedim.

Ramazan ayı bana çocukluk günlerimi geri getiriyor
Unutamadığınız bir ramazan anınız var mı?
Ablamla sahura kalkardık, sonra akşamüzeri bakkala gidince benim orucumu bozdururdu. Ben de akşam babama söylerdim, ablam orucumu bozdurdu diye, o da ablama kızardı. Bir de oruç tutamayan komşularımız vardı. Orucunu bize bağışla derlerdi, akşam onlarla iftar yapardım bana hediye alırlardı, beni mutlu etmek için.

Hatim dualarımız olurdu, babam Boluludur, bir gün camiye gittik yine altı yedi genç kızdık, hiç unutamayacağım bir anıdır. Hatim indirmek için yeşilleri giymiştim, dua yapılacak, beni oradaki kızlar sesim güzel diye kıskandı en son bana okuttular duayı. Ama ben duayı okuyunca da insanlar hüngür hüngür ağlamışlardı, bunu unutamam mesela.

Babam bana hafize olacaksın derdi. Hep ilahiler okurdum, kuranlar okurdum…
Ramazanın en sevdiğiniz yönü nedir?
Akşam iftar saatinde ezan okununca iftar yapmak, sahur yapmak, iftar davetlerine gitmek, çadırları ziyaret etmek, çadırlarda yemek vermek, çok farklı duygular hissediyorum. İftar vakti okunan ezanı duyunca tüylerim diken diken olur. Camilere gidip ibadet etmek… Kadir gecesinde de umreye gitmek istiyorum, içim çoşuyor.

Bir mesajınız var mı?
Ramazan ayı için 11 ayın sultanı diyorlar, fakat sadece bir ay değil de her zaman insanlar birbirini kırmasın iki günlük dünya her şey burada kalıyor. En güzel iletişim bir şeyi paylaşmak, tatlı dil, güler yüzdür. İnsanlar birbirlerini kırmasın istiyorum. Tüm İslam âleminin ramazanı mübarek olsun diyorum, onlara çok güzel bir armağan olarak bir ilahi albümü de yaptım, umarım dinlerler…


Kadir gecesi ne istesem oluyor. Kadir gecesi dua ettiğim zaman Allah kabul ediyor ve istediklerim oluyor.

Nebahat Çehre

"Top patlamadan yumurtayı yedim"
Röportaj:Gülbahar KARAKUŞ
Yeşilçam'dan Aşk-ı Memnu'ya uzanan uzun yolda her zaman başarılı oyunculuğuyla dikkat çeken Nebahat Çehre, ramazan ayıyla ilgili duygularını bizlere açtı.İşte sizi fırın sütlacının da güzel olduğunu öğrendiğimiz efsane oyuncuyla yaptığımız ramazan söyleşimiz...

Bodrumda olduğunuzu söylediniz, nasıl geçiyor Bodrum’da ramazan?
Tatile daha yeni çıktım, bu kadar yoğun çalışmadan sonra daha yeni çıkabildim .
Nasıl geçiyor?
Güzel güzel, bütün sevdiğim arkadaşlarım eski arkadaşlarım çok güzel geçiyor.
Biz pek şehre inmiyoruz o nedenle pek bir ramazan havasını hissedemiyoruz tabi ama zihinsel ve ruhen hissediyoruz.

Eskiden nasıl geçerdi ramazanlarınız, siz de ah nerde o eski ramazanlar diyenlerden misiniz?
Ben her dönemin her devrin değiştiğine inanıyorum. Babamdan ileri doğacak çocuğumdan geri her şey değişiyor derler ya ama insanların inançları tabi ki aynı kalıyor. Bunu hissedip yaşıyorsunuz. Bu bizim dinimizdir saygı gösterdiğimiz aylardır bu aylar. Bizim çocuklumuzda kalabalık olurdu aileler bir araya gelirdi. Ailelerimiz fırınlara bizlerle yumurta gönderir, pidelere sürdürürdü. Börekler hazırlanır mahalle fırınlarına gönderilirdi, böyle hoşlukları vardı. Top patlasın diye beklenirdi.
Peki, sizin unutamadığınız bir ramazan anınız var mı?
Bir keresinde ben de çoğu çocuk gibi oruç tutmaya kalkmıştım. Elimde bir yumurtayla topun patlamasını beklerken o heyecanla top patlamadan yumurtayı yemiştim(gülümsüyor)

Ramazanın sizdeki etkileri nasıl? Bu ay size neler hissettiriyor?
Orucu tutmak istiyorsunuz, o iftar vaktini beklemek bile çok hoş geliyor, bütün ailenin ve dostların bir arada böyle şeyler paylaşması büyük hoşluk.

Birçok sanatçı umre ziyareti gerçekleştirdi, sizin böyle bir planınız ya da hayaliniz var mı?
Ben kendi ibadetimi kendi başıma, her şeyi kendimle hesaplaşarak yapıyorum. Umreye gitmeyi düşünmüyorum. Bir kere gidililiğinde anlıyorum ama birkaç kere gidenler var onu yapacağıma hastane okul gibi yardımlar yapmayı tercih ederim.

İftar daveti verme fırsatınız oldu mu? Ne tarz yemekler tercih edersiniz, ramazana özel bir mönünüz var mı?
Maalesef olmadı, ben biraz rahatsızlık geçirdim anca kendimi toparlayıp dinlenmek için tatile gelebildim ama dinlendikten sonra düşünüyorum. Hafif yemekler tercihim, ağır ağır ufak ufak yenilecek hafif yemekler... Çok sıcak ve oruçlu kalma süresi oldukça uzun bu yüzden mideyi rahatsız etmeyecek yiyecekler tercih edilmeli. Bizim dönemin geleneklerine, Türk mutfağının geleneklerine uyan fakat biraz daha hafifletilmişi yapılabilir. 3 kaşık zeytin yağı yerine 2 kaşık koymak gibi…

Güllaç ve pideyi sever misiniz?
Tabi ki güllaç ve pidenin yeri ayrıdır. Ramazanın keyfini çıkarırım böyle bir de benim fırın sütlacım çok güzeldir, onu yaparım.

Biraz da Aşk-ı memnu’dan bahsedelim, dizi biteli epey zaman geçti fakat etkisi hala sürüyor sanırım, etraftan gelen tepkiler nasıl?
İnanılmaz, herkesten inanılmaz güzel tepki alıyorum. Gençler de çok seviyor aslında Firdevs hanım çok sevimli bir karakter değildi ama gençler çok seviyor. Ben yeşilçam’dan geldim beni yeni nesilin tanıması zordu ama şimdi tanıyorlar ve çok sıcak yaklaşıyorlar. Firdevs diyen çok az, hep adımla yaklaşıyorlar. Şöyle bir anım oldu. Geçen yıl alaçatı’da bir genç aile oğlumuz size çok hayran dedi. Çocuk 9 yaşındaydı, dedim neden seviyorsun Firdevs karakterini? Dizinin en akıllı kadını o dedi. (gülümsemeler)

Aşk- memnundan sonra başka bir proje var mı? Yoksa dinlenecek misiniz?
Eylül ayında senaryosunu Meral Okay’ın yazdığı Muhteşem Yüzyıl adlı Osmanlı dizisinde yer alıyorum. Dizide Valde Sultanı canlandıracağım.

Bir mesaj…
İnsanlara mutlu sağlıklı daha nice ramazanlar diliyorum. Kendi gelenek ve göreneklerimizin, dostluklarımızın bozulmamasını diliyorum…

Selen Soyder-Birce Akalay

Aynı adama aşık
iki kız kardeş

Röportaj: Gülbahar KARAKUŞ

Selen Soyder ile Birce Akalay arasında şu sıralar büyük bir çekişme var. Çünkü ikisinin gözü de aynı erkekte! Fox'un yeni dizisi "Yer Gök Aşk"ta aynı yakışıklıya vurgun iki kız kardeşi canlandıran oyuncuları Kapadokya'daki sette ziyaret ettik.


SELEN SOYDER: GÜZELLİK YARIŞMASINA KATILMAK BENİM ÇOCUKLUK HAYALİMDİ
Siz 2007'de Türkiye güzeli seçilmiş, adınızı o şekilde duyurmuştunuz. Peki bu dereceyi almadan önce de aklınızda oyunculuk var mıydı?
- Güzellik yarışmasından sonra herkeste oyunculuk, modellik veya televizyonla ilgili bir şeyler yapmam gerekiyormuş gibi bir beklenti oluştu. Güzellik yarışmasına katılmanın benim çocukluk hayalim olduğunu kimse anlamadı. Yani tek düşündüğüm yarışmaydı, farklı bir şeyler yapmak için acelem yoktu. Ama bu teklif tam zamanında ve istekli olduğum dönemde geldi.
Birkaç klipte rol aldınız ama "Yer Gök Aşk" ilk oyunculuk deneyiminiz sanırım. Usta oyunculardan, ekip arkadaşlarınızdan nasıl tepkiler alıyorsunuz? Genelde modellikten oyunculuğa geçenlere karşı bir önyargı vardır, bunu hissediyor musunuz?
- Elimden gelenin en iyisini yapmak için bütün gün uğraşıyorum. Şu ana kadar da hep olumlu yorumlar duydum. Ayrıca podyuma en son güzellik yarışmasında çıktım ben... Modellik keyif alacağım bir iş değildi, o yüzden tercih etmedim. Yani modellikten oyunculuğa geçmediğim için sözünü ettiğiniz türde bir sıkıntı yaşamıyorum.
Oyunculuk üzerine bir kariyer mi planlıyorsunuz?
- Oyunculuk şimdilik sadece kendimi denediğim, iddialı olmadığım fakat kendimi zorladığım ve şu an için keyif aldığım bir iş. Bu işi gerçekten iyi yaptığıma inanırsam kariyerime bu yönde devam etmek isterim tabii.
BENİM İÇİN DOĞRU
BİR ADIM OLACAK
Size bu dizi için teklif geldiğinde tepkiniz ne oldu? İlk oyunculuk denemeniz olacağı için paniğe kapıldınız mı?
- Teklif geldiğinde Star Haber'de staj yapıyordum, tamamen ona yoğunlaşmıştım. Dizinin konusunu bile bilmeden görüşmeye gittim. Detayları öğrendikten sonra da benim için doğru bir adım olacağını hissedip "evet" dedip. Herhangi bir panik durum söz konusu olmadı.
Gelelim dizide canlandırdığınız Toprak karakterine... Benzerlikler kuruyor musunuz onunla aranızda?
- Toprak'ın aslında birtakım yönleri bana çok uzak değil. Ben de onun gibi sakin, iyi niyetli ve yufka yürekliyimdir. Ama ciddi farklılıklar da var. Her şeyden önce o bir anne... Ve ablasıyla birlikte kasabada yetişmiş. Ben ise hem anne değilim, hem tek çocuğum hem de büyük bir şehirde büyüdüm.
Toprak, Havva ve Yusuf’un ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Toprak'ın ablası Havva'yla ilişkisi gayet sıcak... Ablasına güveni ve sevgisi tam... Yusuf'la olan tek ilişkisi ise onun oğlu Rüzgar'a süt annelik yapması. Aralarında karşılıklı bir minnet duygusu var gibi geliyor bana. İlerleyen bölümlerde neler olacak, onu da birlikte göreceğiz.

BİRCE AKALAY: KENDİMİ ERKEK HEGAMONYASININ OLDUĞU BİR ALANDA GELİŞTİRDİM
Siz de güzellik yarışmalarından gelmiş bir isimsiniz... Önce tiyatro eğitimi aldınız, ardından güzellik yarışmasına katıldınız, spor spikerliği yaptınız, çeşitli programlar hazırlayıp sundunuz. Daldan dala atlıyormuş gibi bir haliniz var, bu konuda ne diyeceksiniz?
- Ben tiyatro eğitimi almaya 16 yaşında, lisede başladım. O yaşta Shakespeare'den ne kadar anlayabilirsin o başka ama mesleğim için şahane bir kültürel temel oldu diye düşünüyorum. Güzellik yarışmasına ise 2004'te Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji okurken girdim. Çok güzel bir hatıra oldu benim için. Televizyonda çalışabilmem için de güzel bir kapı açtı, sevdiğim bir başka işte kendimi kanıtlamam için fırsat oldu. Televizyonun en hareketli servislerinden birinde deneyim kazandım, böylece kendimi geliştirebildim. Hem de erkek hegamonyasının olduğu bir alanda! Bu deneyim şu an televizyona yaptığım her işte bana büyük destek oluyor. Star'dan TV8'e transer olduğum senenin sonunda tiyatroyu özlediğimi fark ettim ve bu iş için konservatuvar okumam gerektiğini düşündüm. İstanbul Üniversitesi'nden ayrıldım, Haliç Üniversitesi Konservatuar Tiyatro Bölümü'ne girdim. İyi ki de girmişim. Orada öğrendiklerim ve kendime kattıklarım dizi ve sinema tecrübelerimle birleşince benim için tadından yenmez bir hâl almaya başladı. Şimdi bambaşka bir pencereden başka bir algıyla bakıyorum mesleğime. Dediğiniz gibi ilk bakışta daldan dala sıçramış gibi görünsem de aslında her şey birbiriyle çok bağlantılı. Durumun açıklaması budur, hissettirdiği ise şa-ha-ne!
Tiyatro kökenli oyuncular, genelde dizilere sıcak bakmaz gibi bir düşünce var, ama siz "Yer Gök Aşk"tan önce de çeşitli dizilerde rol aldınız.
- Ben bu düşüncenin çok kişisel olduğunu düşünüyorum. Özellikle yeni nesil oyuncular için böyle bir genelleme yapmak doğru olmayabilir. Ben oyunculuğu tiyatro, dizi ya da sinema diye ayıramam. Hepsinde sonsuz bir öğrenme sürecindesiniz ve hepsi birbiriyle ilintili. Dizi filmler de bu anlamda asla tabu olmadı benim için. Çok fazla sanatsal kaygı taşımaması o işi hafifletemez gözümde, tam tersi başka bir gözle bakmam gerektiğini öğretir.
HER AN HER YERE
GİDEBİLİRİM
"Yer Gök Aşk"ta kız kardeşiyle aynı adama aşık olan bir genç kızı canlandırıyorsunuz. Bize biraz da canlandırdığınız karakteri anlatabilir misiniz?
- Havva başta hırslı, dominant, gözü kara, amacı uğruna her şeyi yapabilecek kapasitede bir kadın gibi tanımlansa da aslında kendine dürüst olabilen herkes tarafından rahatlıkla anlaşılabilecek biri. Hayatta toplumsal kaygılarla kötü olduğuna kanaat getirdiğimiz ve çevremizden uzaklaştırdığımız insanlar aslında bizim içimizdedirler. Onlar bizim kaygılarımızdır çoğunlukla, öyle olmaktan korkarız hep. Ama yer yer öyle olmaktan da kaçamayız. Yalancı insandan nefret ederiz hatta bunu yüksek sesle de dile getiririz ama hepimizin yalan söylemişliği vardır mesela. Kendine dürüst olmak asıl mesele. Ne istediğini bilmek. Havva ne istediğini bilen ama içinde düğüm olmuş maneviyatıyla boğuşan bir karakter.
Gerçek hayatta böyle bir olayla karşılaşsanız nasıl yaklaşırdınız?
- Bilmem. Kardeşim yok. Şimdilik Havva ne yapacak onu düşünüyorum.
Son olarak hayata geçirmek istediğiniz başka projeler var mı?
- Yarın ne yapacağım bilmiyorum çünkü hayat karşıma ne getirecek bilmiyorum. On basamak sonrasını düşünürken önümdeki basamağa takılıp tökezleyebilirim. Bu yüzden bugün benim için çok kıymetli ve odağım da bugündür. Tiyatro şu yoğun süreçte zor ama asla ertelemek isteyebileceğim bir şey değil. Hayatımın bir yarısında mutlaka olmalı. Çekirge gibi daldan dala da atlamam bu saatten sonra, ama birikimlerimin üzerine daha fazlasını koymak için her an her şeyi isteyebilirim, her yere gidebilirim. Nerede olmak istersem orada olurum.

Uğur Dündar-Hakan Gündüz

Ormanların D'lisi
yangınların düşmanıyız




Röportaj: Gülbahar KARAKUŞ

Radyo D, yaz aylarında artış gösteren orman yangınları konusunda toplumun duyarlılığını artırmak amacıyla bir sosyal sorumluluk projesi başlattı. "Ormanların D'lisi, Yangınların Düşmanıyız" sloganıyla hayata geçen projeye usta gazeteci Uğur Dündar ve DJ Hakan Gündüz öncülük ediyor. Kampanyanın detaylarını ikiliden öğrendik.


Uğur Dündar:
Ormanlarımız cayır
cayır yakılıyor
Sizi araştırmacı gazeteciliğinizin yanı sıra halkın faydası için çabalayan yönünüzle de tanıdığım için bu projede yer almanıza hiç şaşırmadım...
- Yaklaşık üç yıldır, Hakan Gündüz'ün hafta içi her sabah Radyo D'de yayınlanan programına katılıyorum. Programda günün gazetelerine yansıyan haberleri değerlendiriyoruz. Radyo D yönetimi, yaz başında böyle bir sosyal sorumluluk projesini hayata geçirmeyi düşündü ve bunun için en uygun isimlerin ben ve Hakan olduğumuza karar verdi. Radyo D Genel Müdürü Sezgin Onat bana böyle bir teklifle geldiğinde, memnuniyetle kabul ettim.
Bugüne kadar orman yangınlarına engel olabilmek adına birtakım çalışmalar yapıldı, ancak yangınlar hâlâ sürüyor. Siz bu projeyle bu konuda ne kadar etkili olabileceğinize inanıyorsunuz?
- Radyo D'deki program çok etkili. Aldığımız geri dönüşler, programın çok sevildiğini gösteriyor. Ayrıca insanlar bizim sözlerimizin samimiyetle söylendiğine, topluma yarar sağlayacağına inanıyorlar. Mesela tavuk gribi paniği yaşanırken, insanlara tavuk eti yemelerini tavsiye etmiştim. Bana güvendiler ve tavuk satışlarında artış yaşandı. Dar gelirli vatandaşlarımızın en ucuz protein kaynağı olan tavuktan mahrum kalmamalarını amaçlamıştım. O kampanya başarıyla sonuçlandı. Şimdi de bu kampanyanın başarılı olması için çabalıyoruz.
Orman yangınlarının temel sebebi bilinçsizlik mi sizce?
- Geçen gün helikopterle Ankara üzerinde bir tur attım. Ankara ve çevresinin süratle çölleştiğini gördüm. Eğer önlem almazsak, Ankara yakında bir çöl şehri olacak. Ormanları koruyamıyoruz. Yapı ve arazi yağmacıları sürekli olarak kemiriyor. Bilinçsizlik ve yer açma uğruna ormanlarımız cayır cayır yakılıyor. Vicdan sahibi, ülkesini seven, çocuklarına güzel bir coğrafya bırakmak isteyen herkes bu konuda sorumluluk almalı.
Bu projede kendinize bir hedef koydunuz mu, "Şu kadar kişiye ulaşırız, bu kadar ormanın yanmasını önleriz" gibi?
- Bu yaz 100 hektarlık bir alanı kurtarabilirsek kârdır diye düşünüyorum. Aslında bir ağacı bile kurtarsak çok önemli bir misyonu başarmış oluruz. Halk bilinçlenmeli, ormanlık alanlarda sorumsuzca ateş yakmaktan vazgeçmeli, ormanlık alana yakın bölgelerde anız yakılmamalı, rant avcılarının, arazi yağmacılarının girişimlerine şiddetle karşı çıkılmalı, hatta bu kişiler ihbar edilmeli. Siyasetçiler de yağmalara geçit vermemeli. Mesela 2B Projesi'nin yasalaşması, ormanlık alan vasfını kaybetmiş arazilerin bir anlamda imara açılması demek. 2B'ye yeşil ışık yakmak, bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük. Bu konularda insanları uyarabilirsek, projemizin çok etkili olacağına inanıyorum.
Ormanların korunması konusunda çok hassasınız. Bunun özel bir nedeni var mı?
- Ben İstanbul'un orman havasını teneffüs ederek büyüdüm. Örneğin Sultanbeyli'de çok güzel ormanlar vardı. Arazi yağmacıları ormanları yavaş yavaş kemirdi, bugün o ağaçların olduğu yerde taş yığınları var. Eğer biz böylesine duyarsız davranırsak, bugün yeşil alan olarak gördüğümüz o avuç içi kadar bölgeler de taşlaşacak.

-----

Hakan Gündüz:
Türkiye günden
güne çölleşiyor
Siz "Ormanların D'lisi" projesine nasıl bir katkıda bulunuyorsunuz?
- Ben işin trajikomik taraflarına bakıyorum, çünkü bazı şeylerin komedi unsurlarıyla daha iyi anlatıldığına inanıyorum.
Bu projenin sizin için önemi nedir?
- Giriştiğimiz proje çok önemli, çünkü orman yangınları ülkenin kanayan yaralarından biri. Türkiye günden güne çölleşiyor. Bunun sebebi ise toplumun bu konudaki bilinçsizliği. Orman yangınlarının sebebi biz insanlarız.
Hedefiniz ne?
- Proje, orman yangınlarının mevsimi bitene kadar, yani insanların ormanlık alana girip piknik yapmaları bitene kadar ve halk bilinçlenene kadar devam edecek. İki-üç ağaç kurtarmamız bile çok önemli.
Ben sizi dinleyenlerin zaten bilinçli insanlar olduğunu düşünüyorum. Peki onların dışında kalan kitleye nasıl ulaşacaksınız?
- Ben bir düşünceyi bir kişiye ulaştırıyorsam, o da çevresine yayıyor ve bahsettiğiniz kişilerin bunları görmemesi imkânsız hale geliyor diye düşünüyorum.
Son olarak eklemek istediğiniz bir mesajınız var mı?
- Bu bir sosyal sorumluk projesi olduğu için rakip kuruluşları da yardıma çağırıyoruz. Diğer radyo kanalları da bu projeden bahsederek bize destek olabilirler.


NELER YAPIYORLAR?
Radyo D'nin "Ormanların D'lisi, Yangınların Düşmanıyız" sloganıyla başlattığı kampanyanın amacı, toplumun orman yangınlarına daha da duyarlı olmasını sağlamak. Hafta içi her gün Radyo D'de program yapan DJ Hakan Gündüz ve Uğur Dündar, bu konuda bilinçlendirici açıklamalar yapıyor. Yayında ayrıca sık sık "Alo 177" yangın ihbar hattı anons ediliyor. Görsel ve işitsel medyada yayınlanan reklam filmleri ve afişlerle de konuya dikkat çekiliyor.

------
PROJE ŞİMDİDEN
AMACINA ULAŞTI
"Selam kanka, dün akşam otobüsle evime dönerken, Kavacık-Tepeüstü istikametindeki o güzelim ormanlığın içerisinde bir duman gördüm. Aklıma sen ve Radyo D'nin başlattığı sorumluluk projesi geldi ve hemen Alo 177'yi arayıp, durumu haber verdim. O kadar kısa bir süre içerisinde müdahale edilmiş ki, otobüsten indikten sonra tekrar aradığımda bana teşekkür ettiler. Yangın ormanda değilmiş ama ormana sıçramasına çok az kalmış..." Bu mesaj, geçtiğimiz gün Hakan Gündüz'e bir dinleyicisi tarafından gönderilmiş. Mesajdan da anlaşıldığı üzere, proje şimdiden amacına ulaşmaya başlamış!

HANELER EKİBİ

Haneler taşındı



Röportaj: Gülbahar KARAKUŞ

Ferhan Şensoy'un aynı adlı eserinden uyarlanan "Haneler"in adresi değişti. İlgiyle izlenen mizah programı bu akşamdan itibaren Star TV'de, saat 20.00'de izleyici karşısına çıkacak. Bu radikal değişiklikleri konuşmak üzere "Haneler" ekibini sette ziyaret ettik, keyifli sohbetimiz sırasında bir de sinema filmi müjdesi aldık.

YABAN BEYAZPERDEDE
"Yaban" skeci çok sevildi. Bu öyküyü sinemaya taşımayı düşünmüyor musunuz?
Fırat Doğruloğlu: Aslında düşünüyoruz. Sinema filmi projesi şu anda gündemimizde...
Boncuk Yılmaz: Yaban'ın filmi muhtemelen bu yaz çekilecek. Bambaşka bir macera olacak. Sabırsızlıkla çekimlerin başlamasını bekliyorum.

FIRAT DOĞRULOĞLU:
Yaban'ın sakal derdi
Yeni kanalınız hayırlı olsun... "Haneler" Star TV'de daha erken bir saatte yayınlanacak ve bu durumda "Yaprak Dökümü" ve "Canım Ailem" gibi reyting listesinde üst sıralarda yer alan dizilerle yarışacaksınız. Bu konuda fikrinizi alabilir miyim?
- Yöneticilerimiz bu saati uygun bulduğuna göre, iyi olacağını düşünüyorum. Evet, ciddi rakipler var karşımızda. "Yaprak Dökümü" ve "Canım Ailem" gibi uzun süredir devam eden dizilerle aynı saate yayına gireceğiz ama biz karşılarında duracağız, bu konuda ısrarlıyız! (Gülüyor) Sonuç olarak bizimkisi komedi ve başka bir renk. İyi olur, hayırlı olur inşallah...
Yeni kanalda yeni tiplemeler de olacak mı?
- Bu aralar Yaban ve Mücahit karakterlerinde sabitlendik ama başka arkadaşlarımız her hafta farklı tiplemeler yapıyor zaten. Bir süre böyle devam edeceğiz gibi görünüyor.
Yaban karakterinde sizi en çok ne zorluyor?
- Sakallar! Hazırlık falan sorun değil, maksimum 45 dakika sürüyor ama o sakallar bir süre sonra batmaya başlıyor.
İstanbul Kraliyet Tiyatrosu ekibinin neredeyse tamamı "Haneler"de rol alıyor. Hem televizyon hem de tiyatroyu bir arada götürmek yorucu olmuyor mu?
- "Haneler" çok fazla yormuyor, çünkü en fazla iki gün çalışıyoruz. Asıl yorucu olan tiyatro...
Televizyon mu, tiyatro mu diye sorsam?
- Televizyon ve tiyatro için takıntılı bir durumum yok. Ben oyunculuğu seviyorum. Televizyon da bana tanınma imkânı sağlıyor, neden kullanmayayım ki! Bir de işin maddi tarafı var tabii...
Seyircinin Yaban karakterine olan ilgisi nasıl?
- Çok güzel. Benim bile hatırlamadığım esprileri hatırlıyor seyirci. "Yaban ağabey" diyenler de oluyor!

BONCUK YILMAZ:
Er meydanına
şimdi çıkıyoruz
Daha önce "Sıla" gibi drama dizilerinde rol aldınız, "Haneler" ilk komedi projeniz. Memnun musunuz ekipten?
- İki sene ağladım, şimdi de gülüyorum... Komediyi böyle bir ekiple denediğim için çok şanlıyım. Bu işe girişirken 10 birim korkacaksam, bu ekip sayesinde 8 birim korktum diyebilirim. Çok rahat bir çalışma ortamımız var, çalışırken çok mutluyuz. Hatta sete gelirken, işe değil de arkadaşlarımla buluşmaya geliyorum gibi hissediyorum.
Bu işle beraber daha geniş bir izleyici kitlesine ulaştınız, sokakta tanınmaya başladınız. Bugüne kadar izleyicilerden aldığınız en ilginç tepki neydi?
- Sokakta beni görenler eğlenmeye başlıyor! Programdaki birkaç espriyi tekrarlamamı isteyenler oluyor mesela. En ilginç tepkiyi ise bir taksiciden aldım. Taksiye binip şoföre "Ortaköy" dedim, adam birden dönüp Yaban gibi "Yalannn söylüyorsunnn!" diye bağırdı. Yol boyunca da Yaban'ın repliklerini tekrarladı.
"Yaban" skecinin bu kadar çok sevileceğini tahmin ediyor muydunuz?
- Aslında bu da haftalık skeçlerimizden biriydi. Ama çekimler sırasında o kadar çok eğlendik ki, kameramanlar gülmekten kamerayı bıraktı. Seyirci de eğlenir diye düşündük ve her şey umduğumuz gibi gelişti.
Pınar karakterini canlandırırken, eski Türk filmlerindeki kadınlar gibi konuşuyorsunuz. Birebir esinlendiğiniz bir Yeşilçam oyuncusu var mı?
- Aslında o karakterlerin çoğunu Adalet Cimcoz konuştuğu için çok bir şey fark etmiyor. Ben o oyunculardan değil de Adalet Cimcoz'dan esinleniyorum diyebilirim. Pınar aşkından deli gibi davranıyor, o yüzden eskiler gibi cool olmuyor, deliliğe vuruyor.
Peki Yeşilçam oyuncularından tepki gösteren oldu mu bu karaktere?
- Yok, hiç olmadı. Ama ne düşündüklerini çok merak ediyorum. Oluyor mu, becerebiliyor muyum? Fikirlerini öğrenebilmeyi çok isterdim.
"Haneler"in yayın saatinin erkene alınması konusunda ne düşünüyorsunuz?
- Program önceden 23.00'te yayınlanıyordu ama bu çok geç bir saatti. Etraftan "Skeç çok güzeldi ama sonunu seyredemedik" diyenler oluyordu. Bu nedenle yeni yayın saatimiz beni mutlu ediyor. Er meydanına asıl şimdi çıkıyoruz!

BARIŞ BAŞAR:
"Haneler" sayesinde
tiyatroya ilgi arttı
"Haneler"in Star TV'ye geçişiyle ilgili yorumunuzu alabilir miyiz?
- "Haneler" Kanal D'deyken 'off-prime time' denilen saat dilimindeydi. Program, izleyici grubumuz gençler, çocuklar ve ev hanımlarının uyku saatine denk geliyordu ve bu da bizim için dezavantajdı. Şimdi ekranı ana haber bülteninden devralacağız, bu yüzden şanslıyız diye düşünüyorum. Karşımızda "Yaprak Dökümü" ve "Canım Ailem" gibi iyi işler olacak ama bizim reytingimiz de kötü olmayacaktır.
Siz de İstanbul Kraliyet Tiyatrosu ekibindensiniz. "Haneler" maceranız nasıl başladı?
- Kanal D Home Video, "Hastasıyız" adlı oyunumuzun DVD'sini çıkardı, ardından "Haneler" için teklif geldi. Geçtiğimiz şubatta başladık bu işe ve bir yılı devirdik. Her şey çok güzel gidiyor. Tiyatrodakilerle eskiden beri arkadaştık zaten, "Haneler"le aramıza katılan arkadaşlar da bize hemen uyum sağladı...
Peki bu program yayına başladığında bu kadar sevileceğini tahmin ediyor muydunuz?
- Biz Mahşer-i Cümbüş ve BKM Mutfak'tan sonra geldik. Bizden sonra yapılan bu tarz işler ise tutulmadı. Aslında bu format yıllardır yapılıyor. Levent Kırca örneğinde olduğu gibi... Tutulup tutulmaması da formatın izleyiciye samimi gelip gelmemesiyle ilgili bir durum bence...
Son olarak o klasik soruyu size de yöneltmek istiyorum; tiyatro mu televizyon mu?
- Televizyonu yadsımam, hor görmem. Tiyatroyla Anadolu turnesine çıktığımızda, televizyondan tanındığımız için ilgiyle izlendik. Kars'tan Ağrı'ya kadar birçok yere gittik. Tiyatronun ilk defa gittiği illerde bile salonlarımız doldu, bu da televizyon sayesinde oldu.

ÖZLEM TÜRKAD:
Rol teklifi
hediye gibi
Kanal değişikliği konusunda siz neler söyleyeceksiniz?
- Bu durum bizim için farklı bir heyecan yarattı. Kanal D seyircisi bizi hiç yalnız bırakmadı, Star TV'de de böyle olacağını umuyorum. İyi bir ekibimiz var, biz çok mutluyuz ve bu mutluluğumuzu seyirciyle paylaşmaya devam edeceğiz.
Programda rol almanız için teklif geldiğinde ne hissettiniz?
- Çok mutlu oldum! Bana bu ekiple çalışma fırsatı sunulması, hediye gibi oldu... İnsanların yüzünü güldürebilmek güzel bir şey, diğer programlardan farklı bir yerde olduğumuzu düşünüyorum.
Sokakta ne gibi tepkiler alıyorsunuz?
- Tipten tipe girdiğimiz için izleyici gündelik hayatta tanımakta zorluk çekiyor, buna rağmen tanıyanlar oluyor ve sıcak bir ilgiyle karşılaşıyoruz.
"Haneler"e başlarken bu kadar çok sevileceğinizi düşünüyor muydunuz?
- Biz en başından beri çok eğleniyoruz. Başta "Acaba sadece biz mi eğleniyoruz, skeçler izleyiciye komik gelmiyor mu" diye endişelenmiştik ama daha sonra aldığımız geri dönüşlerle seyirciye de ulaştığımızı gördük.

Tuba Ünsal

Yeni filmin çekimleri
ağustosta başlıyor

Gülbahar KARAKUŞ

Tuba Ünsal, Kanal D'nin ilgiyle izlenen mizah programı "Haneler" için kamera karşısına geçti. Sette sorularımızı yanıtlayan Ünsal, çekimleri ağustos ayında başlayacak yeni bir sinema filminde rol almaya hazırlandığını söyledi.

Senaryosunu Saygın Delibaş, Fethi Kantarcı, Sevda Fırat Ak ve Yaşar Arak'ın yazdığı, yönetmenliğini Elif Ayşe Durmaz'ın yaptığı, başrollerini ise Serdar Orçin, Fırat Doğruloğlu, Kamil Güler, Asuman Dabak ve Boncuk Yılmaz gibi başarılı oyuncuların üstlendiği "Haneler", setinde iki ünlü ismi ağırladı: Tuba Ünsal ve Hasibe Eren...
Ferhan Şensoy'un aynı ismi taşıyan eserinden uyarlanan programın yeni skeçlerinin çekimi geçtiğimiz gün yapıldı ve ünlü manken Tuba Ünsal ile uzun zamandır ekranda görünmeyen oyuncu Hasibe Eren de iki skeçte rol almak üzere kamera önündeki yerlerini aldı.

Tuba Ünsal'ı çekim arasında yakaladık, "Haneler"de oynama fikrinin nasıl ortaya çıktığını, hangi karakteri canlandırdığını ve yeni projelerini sorduk.

SIRTIMI OKŞADI
SEVGİLİM SANDIM
"Haneler"de yer almanız için teklif nasıl geldi?
Tuba Ünsal: Geçtiğimiz günlerde Antalya'da düzenlenen İsmail Cem Televizyon Ödülleri törenine katılmıştım. Bir arkadaşımla sohbet ederken, sırtımı biri okşadı. Ama ben erkek arkadaşım sandığım için dönüp bakmadım. Daha sonra "Haneler"in yönetmeni Ayşe Durmaz'ı gördüm, bana "Sırtının okşanmasına ne kadar alışıksın" diye sordu. Meğer sırtımı okşayan oymuş. Bir süre ayaküstü sohbet ettik. Ben "Haneler"i ne kadar beğendiğimi söyledim, o da "Neden oynamıyorsun?" diye sordu. Teklif çok hoşuma gitti, hemen kabul ettim. Ayşe "Şimdi içkilisindir, bak sonra vazgeçme" dedi ama alkol almamıştım. "Yok, alkol almadım" dedim. Ertesi gün tekrar konuştuk ve anlaştık.
Peki "Haneler"de devamlı olarak yer almayı ister misiniz?
- Aslında böylesi eğlenceli bir ekiple çalışmak her oyuncunun hayalidir. Bir gün geliyorsunuz, en iyi performansınızı oynayıp evinize gidiyorsunuz. Eziyet çekmek yok. Evet, böyle bir projede devamlı olarak yer almayı isterdim...

KENDİNİ ALICE
ZANNEDEN AYŞE
Siz her hafta takip ediyor muydunuz bu programı?
- Evet. Çok beğenerek izliyorum.
Peki, hangi karakterle karşımıza çıkacaksınız?
- Kendisini "Alice Harikalar Diyarında" masalının kahramanı Alice zanneden Ayşe'yi canlandırıyorum. Ayşe, masalları çok sevdiği için kendisini Alice zannetmeye başlıyor. Skeç de Ayşe'nin ormanda kaybolmasını konu alıyor.
Peki gündeminizde başka projeler var mı?
- Evet, yeni bir sinema filminde rol almaya hazırlanıyorum. Çekimler ağustos ayında başlayacak.

------
Özel hayatım sadece
beni ilgilendirir
Galerici Murat Pilevneli ile aşk yaşayan Tuba Ünsal, son günlerde ayrılık haberleriyle gündeme geldi. İlişkilerine ara verdikleri haberlerine gülüp geçtiğini söyleyen Ünsal, "Ayrıca özel hayatım beni ilgilendirir, magazincileri değil. Bu konu hakkında herhangi bir açıklama yapmak zorunda değilim" dedi.

------
Kabadayı Hasibe
Hasibe Eren, "Büyük beğeniyle takip ediyorum" dediği "Haneler" için kabadayı kılığına girdi. Farklı bir karakteri canlandırmak istediğini ve bu nedenle ekibin kendisine getirdiği teklifi kabul ettiğini söyleyen ünlü oyuncu, "Bana getirilen teklifi biraz değiştirerek kabul ettim. Bıyık takıp kabadayı Hayati olmak benim fikrimdi" dedi.

AHU YAĞTU

Oyunculukta Tabularım Yok




Gülbahar KARAKUŞ
14 yaşında modellik kariyerine başlyan ve daha sonra oyunculuğa merak saran Ahu Yağtu, İstanbul2da aldığı oyunculuk eğitimiyle yetinmeyip yurtdışına atıldı. Bir süredir New York'ta bulunan Yağtu, Haziran'ın ilk haftası yurda dönüyor. Yeni bilgileri ve deneyimleriyle tüm tekliflere açık olduğunu söyleyen Yağtu'yla Türkiye'ye dönmeden önce konuşma fırsatı bulduk ve merak ettiklerimizi sorduk...


İş hayatınıza modellikle başladınız, oyunculuğa geçmeye ne zaman karar verdiniz?
19 yaşıma geldiğimde 5 yıllık bir modellik geçmişim vardı. 5 yıl boyunca yurtdışında modellik yapmam konusunda çeşitli teklifler geldi fakat ben bulunduğum noktada,oyunculuk anlamında, kendimi bir adım ileri taşımak istedim ve Şahika Tekand ’ın kurslarına gitmeye başladım. Daha sonra Akademi İstanbul ’da oyunculuk ve sunuculuk eğitimi aldım. Sonra da modellikle birlikte sunuculuk ve oyunculuk yapmaya başladım. Oyunculukla modelliğin birbirinden kopuk meslekler olduğuna inanmıyorum. İkisinin de birbirine çok benzer yönleri var karaktere hayat verme anlamında. Set ortamları da birbirne yakın.

Çocukluğunuza dönsek … Nasıl bir çocuktunuz? Oyunculuk ya da modellik yapmayı hep istemiş miydiniz?
Mutlu bir çocukluk geçirdim. Müziğe ve sahne sanatlarına hep ilgim vardı. Okulda gösteriler hazırlayıp sunardık. Evde de arkadaşlarımla konserler ve yarışma programları düzenlerdik. Daha sonra konservatuarın bale bölümüne girmek için bale eğitimine başladım fakat boyumu uzun buldukları için konservatuara kabul edilmedim. Model olmaya karar verdiğimde 13 yaşındaydım. İzmir ’de 4 ay süren modellik ve zerafet kursuna gittim daha sonra da Gaye Sökmen’le tanıştım ve böylece modellik kariyerim başlamış oldu.

Modelliğe başlama amacınız oyunculuğa adım atmak mıydı?
14 yaşında bu mesleğe adım attığımı göz önünde bulundurursak, ileriye yönelik ciddi bir hedef koyma gibi bir niyetim yoktu. Henüz ortaokul öğrencisiyken böyle şeyleri planlamıyorsunuz. Ayrıca hem okulumu, hem de mesleğimi farklı şehirlerde idare etmeye çalışmak benim için yeterince zordu. Modelliğe başladıktan sonra oyuncu olma fikri iyice oturmaya başladı.

Önceleri modellikten mankenliğe geçişte oyunculardan büyük eleştiriler geliyordu … Oyunculuk eğitimi almak istemenizin nedeni bu mu?
Ben ilk 1998 ’de oyunculuk eğitimi almaya başladım. Açıkçası bu tip eleştiriler o dönemde bu kadar popüler değildi. Eğitimi, yapacağınız işin bir parçası olarak kabul ediyorum. Sonuçta modelliğe de eğitim alarak başladım.

İstanbul ’dayken de bir takım eğitimler aldınız … Peki, yurtdışını tercih etme sebebiniz nedir?
Akademi İstanbul ’da ve oyuncu koçumla yaptığım çalışmalarımda Eric Morris methodunu öğrendim. New York ’a gelmemin sebebi farklı bir teknik öğrenip tiyatroya yönelik daha fazla şey öğrenmek istememdi. Stanislavski temelli Stella Adler Tekniği buna hizmet ediyordu. Dolayısıyla Stella Adler ’deki kurslara baºladım. Bu okul dıºında kamera önü, filme ve audition ’a hazırlık kurslarına da devam ettim. Amerika ’da bir çok oyuncu yine Stanislavski temelli olmak üzere kendi methodunu öğretiyor.

Bize biraz New York ’ta aldığınız eğitimden bahseder misiniz?
Stella Adler 2.5 aylık tiyatro ağırlıklı bir kurstu. Derslerimiz arasında, ses ve konuşma, sahne ve text çalışması, devinim ve Adler tekniği yer alıyor. 10 hafta süren eğitim haftanın 3 gününü kapsıyordu. Burada tiyatroya yönelik birşeyler öğrenmek epey hoşuma gitti.

Adler dışında bir kursa daha gidiyorum. Adı Sally Johnson Studio. Öğretmenimiz Brad Calcaterra. Burada iki ayrı ders alıyorum. Biri kamera önü oyunculuk ve auditionlara hazırlık, diğeri ise set sırasında yönetmenin direktiflerini alıp onları hem oyunculuna hem karaktere hem de yönetmen için nasıl yansıtacağınla ilgili bir eğitim. Daha çok film ve dizi oyunculuğuna hitap eden iki ayrı ders diyebiliriz. Her hafta 2 ayrı text ezberleyip sınıfta, kamera önünde sergilediğimiz herşeye kayda alınıyor. Oynadığımız sahneler ders sonunda bize dvd olarak veriliyor.


Hedefinizde tiyatro mu var yoksa bazı meslektaşlarınız gibi televizyon dizilerinde mi yer almak istiyorsunuz?
Her iki tarafta da yer almak istiyorum. Televizyon dizilerinde edindiğim belli bir tecrübe var ama daha önce hiç tiyato yapmadım. Tiyatro benim için farklı ve eğitici bir alan olacak.

New York ’taki eğitiminizi tamamladıktan sonra neler yapmak istiyorsunuz?
Öncelikle 3 aydır uzak kaldığım butiğim Second Chance ’le ilgilenmek istiyorum. Daha sonra yeni sezonda hangi diziler baºlayacak, hangileri bitti gibi geliºmelerden haberdar olup menajerimle bir strateji oluºturacağım. Sit com ’da oynamak ve aynı zamanda tiyatro yapmak döndükten sonra gerçekleştirmek istediğim en öncelikli hayallerim. Ayrıca istediğim gibi bir sponsor bulabilirsem bir New York sergisi yapmayı da planlıyorum.

Türkiye ’ye dönecek misiniz? Yoksa kariyerinize yurt dışında mı devam etmek istiyorsunuz?
Türkiye ’ye döneceğim ama burada karşıma çıkacak olan bir talebi geri çevirmek gibi bir niyetim yok.

Oyunculukta tabularınız var mı? Ya da ileride yer alacağınız projeler de olur mu?
Oyunculukta tabum yok.

Ülkemizde ya da Dünyada kendinize örnek aldığınız oyuncular var mı?
Nurgül Yeşilçay ve Demet Evgar ’ı çok beğeniyorum. Dünyada ise Nicole Kidman ve Meryl Streep.

“Birlikte çalışsam güzel olurdu” dedi ğiniz bir isim var mı?
Fatih Akın.

Can Soylu ’yla olan ilişkiniz nasıl gidiyor?
Özel hayatımla ilgili sorulara cevap vermiyorum.

O da sizi eğitiminiz konusunda destekledi mi?
Özel hayatımla ilgili sorulara cevap vermiyorum.

Erken yaşta bir evlilik yaptınız, tekrar evlenmeyi düşünüyor musunuz?
Çocuk olucaksa tekrar evlenmeyi düºünebilirim.

EGOMA YENİK DÜŞMEDİM-EMRE ALTUĞ

EGOMA YENİK DÜŞMEDİM-EMRE ALTUĞ



Gülbahar KARAKUŞ/Emre Altuğ Röportaj



“Emre Altuğ’dan”single’ı çoktan raflarda yerini aldı… Hayranlar dinledi, iki şarkıyı da çok sevdi.. Biz de Emre Altuğu’u ofisinde yakaladık, hem single’ıyla ilgili sorularımızı sorduk hem de bu aralar neler yaptığını…

Singleınız hayırlı olsun, çifte kavrulmuşun klip çalışması nasıl gidiyor?
Pazartesi yayına gireceğiz. Çekimleri bitti, bugün yarın televizyonlarda çıkmaya başlar…

İlk klibineden Çifte Kavrulmuş'a çektiniz? Daha mı çok sevdiniz bu parçayı?
Çifte Kavrulmuşa daha önce başladık. Bugünlerde yapılan modern müziğe daha yakın olduğunu düşünüyorum. Sev Diyemem’in biraz klasik bir havası var, bu yüzden çifte Kavrulmuş’u yaza daha uygun gördük.

Peki, hangi parça daha çok sevildi sizce?
Aslında biz “Çifte Kavrulmuş’u daha ön plana alsak da internette gördüğüm kadarıyla diğerine de ilgi epey fazla. Eski Türk filmlerinden karelerle bir klip yapmış hayranlarım.

Single çıkaran her şarkıcıya soruluyor bu neden albüm değil de single diye, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bunu herkes soruyor. Ben de diyorum ki acaba bunla ilgili bir problem mi var. Bütün dünyada bir sürür şarkıcı single çıkartıyor. Ya albümden önce albümün tanıtım şarkısını ya da benim gibi albümü yetiştiremeyince single hatta çift şarkılı single a dönüştürüyorlar. Ama ben bundan iyi sonuç alırsam, bana geri dönüşü, dinleyicinin tepkileri iyi olursa ben bundan sonra albüm için hazırladığım şarkıları ikişer ikişer çıkarabilirim.

Peki, elinizde şarkıları bir an önce hayranlarınızla paylaşmak gibi bir duygunuz olmuyor mu?
Tam tersi aslında. Albüm çıkardığım zaman ütün şarkılarımı paylaşamıyorum ki.10 parçalı bir albüm yapınca 5 ine klip çekebiliyorsan 5’i klipsiz kalıyor. İki avantajı var singleın: her parçanı klip yapıp, şarkıların hakkını yemiyorsun.Bir de dinleyici açısından da avantajlı…Daha dinlenecek şarkılar ortaya çıkıyor. Yazık oluyor diye 23 tane daha şarkı sıkıştırayım nasıl olsa dinlenmiyor diyen şarkıcılar da var, ben böyle bir şey hiç yapmadım ama yapanlar var. Single yapmak herhalde bir tek onlar için sorun oluyordur. Single sayesinde daha kaliteli şarkılar da ortaya çıkmaya başlayacak. İki şarkı ya da tek şarkı çıkartıldığı zaman dolu şarkılar koymak gerekecek.

Şöyle de bir şey de yok mu, albümdeki 10 şarkıdan 1’i tutmazsa öbürü mutlaka tutar. İki şarkıda tutmama riski daha yüksek değil mi?
Onun için yapacak bir şey yok tutmazsa tutmaz…

Parçalarınızın ikisi de sizin değil… Birisi Soner Sarıkabadayı’nın diğeri de Gülşah Tütncü’nün… Oğlunuz Kuzey doğduktan sonra bir süre beste yapamamışınız vegeçtiğimiz gün verdiğiniz bir röportajda (Sibel Arna)besteci yanınızı evden bıraktığınızı söylediniz. Peki,ne zaman dışarı çıkaracaksınız onu?
Hala evde duruyor.(gülşmeler)Kuzey doğduktan sonra bir müddet üretmekte zorlandım. Bütün konsantrasyonum ona yöneldi. Üretmeye başladıktan sonra single kararı verdiğimiz sırada beni en çok vuran, etkileyen kendi şarkılarımın da arasından bu iki şarkıyı daha çok beğendim. Onun için bu iki şarkıyla çıkmaya karar verdim. Egolarıma yenik düşüp bir tanesi de kendi şarkım olsun diyebilirdim, bunu düşündüm de açıkçası ama bu iki şarkı çok özellikli olduğu için bunları paylaşmak istedim.

Biz de beğendik güzel olmuş…
Evet, bencede…(gülüşmeler)

Hazır Kuzey’den laf açılmışken, evli ev çocuklu bir müzisyen olmak nasıl bir duygu?
Güzel bir şey. Bir dönem için o üretim sıkıntısı dönemi hariç güzel bir şey. Bizim gibi konsantrasyona dayalı işler yapan erkeklerin de loğusa dönemi varmış… Onu gördüm o da 3-4 ay sürüyor, aynı kadınlar gibi. Ondan sonra her şeye adapte oluyorsun. Hayatına öyle enteresan bir değişiklilik geliyor ki… Hayatının eksenine oturan çok ağır bir değişiklik! Yoğunluğu çok fazla. Şu kadarcık (eliyle gösteriyor)gözükse de, duygusu çok fazla. Dolayısıyla konsantrasyonun dağılmaması söz konusu bile değil. Mühim olan bunu toparlayabilmek. Ben beste yapmaya devam edemiyor olsaydım çok ciddi bir depresyona sürüklenirdim. Ama çok şükür ki yaptım söz de yazdım, çok büyük bir rahatlama yaşadım.

ONUR KIRIŞ

Edward'dan daha başarılı bir vampirim




röportaj:Gülbahar KARAKUŞ

4Yüz grubuyla tanınan 2 ay önce de ilk solo albümü “5 Yıldızlıyı” çıkartan Onur Kırış, geçtiğimiz gün TRT1 ve TRT Avaz ekranlarında yayınlanan “Çeyiz Şov” adlı programa konuk oldu. Yarışmacıların yaptıkları yemekleri tadan ve yeni albümünden parçalar seslendiren Kırış’la çekim sonrası konuma fırsatı yakaladık…


Program’da çeyiz ödülü için yarışan genç kızlarla birlikteydiniz. Evlilik hayalleri kuran yarışmacılara şarkılarınızla moral verdiniz.. Sizin evlilik düşünceniz var mı?

Açıkçası bu zamana kadar evlenmeyi hiç düşünmüyordum. Hep yalnız kalmayı başına buyruk bir hayat yamayı istiyordum. Bu sene bana ne oldu bilmiyorum ama hayatımda biri olmasını çok istiyorum. Yaşadığım heyecanı paylaşacak, her an yanımda olup bana destek olacak birisini istiyorum bir de çocuk istiyorum.
Kaç çocuk istiyorsunuz peki onu da soralım?
Şimdilik 1 tane yeter.(gülüyor)

Programdan baya keyif almışa benziyorsunuz…
Program çok güzel geçti, çok keyif aldım. Bu programın farklı bir özelliği var. Diğer yarışmalara benzemeyen, içinde haset olmayan, kültürlerin eğlence içinde yarıştığı bir program olmuş.Genç kızlar burada kendi yörelerini tanıtıyorlar,Batı’ya aşırı yöneldiğimi bu günlerde bu tarz programların olması bence çok önemli.Çünkü toplum olarak çok Batıya yöneldik. Batının güzel yanlarını almamıza bir söyleyeceğim yok ama böyle böyle kendi kültürümüzü unutuyoruz. Bu programla da geleneklerimizi ve kültürümüzü yeniden hatırlayacağız…

Biraz da ilk solo albümünüzden bahseder misiniz?
Albümüm “5 Yıldızlı” çıkalı henüz iki ay oldu. Gördüğüm ilgiden oldukça memnunum. Çok güzel gidiyor. Şimdiden yaz için konser anlaşmaları yaptık. Bu albümle ilk başladığım zamanlar üzerimde bir tedirginlik vardı ama şimdi bakıyorum ve doğru bir iş yaptığımı görüyorum. Albümde kendi tarzımı istediğim gibi yansıttığıma inanıyorum.
Beni sevenler ve sevmeye başlayanlarla yeniden tanıyanlar var. Onlara da kendimi göstermiş oluyorum.


Yeni klibiniz de müzik kanallarında izleyici karşısına çıkmaya başladı… Bu klibinizde Twilight’tan etkilendiniz mi?
Ş
u günlerde vampir deninde akla ilk Twilight gelse de ondan başka bir sürü vampir filmi var. Ondan etkilenmedim. Benim zaten vampirlere karşı ilgim her zaman olmuştur. Bütün dizileri filmleri ve yazılmış olan kitapları okumuştum. Klibi “Dünaynın sonu”adlı parçama çektik ve benim aklıma dünaynın sonu deyince nedense vampirler geliyor… Geçtiğimiz yıl Romanya ziyaretim sırasında Drakula’nın şatosunu gezme şansım oldu ve beni gerçekten çok etkiledi. Ayrıca beni Edward’dan daha başarılı buluyorlar.


Program esnasında Emel Müftüoğlu’nun yorumladığı bir Sezen Aksu parçası olan Hovarda’yı da seslendirdiniz. Albümünüzdeki tek cover parçanız Hovarda mı?

Albümde tek cover parçam Sezen Aksu’nun parçası Hovarda. Bu parçayı albüme almaya son anda karar verdim Özellikle olsun gibi bir isteğim yoktu ama 4Yüzün kaderinde en büyük ivme sezen Aksu’nun Deli gönlüm şarkısıyla oldu. Daha sonra Uzay Heparı için çıkarılan tribute albüm “Sonsuz” da “Masum Değiliz”i 4Yüzün yorumlama teklifi geldiğinde bu bizi çok onurlandırdı. Sezen aksunun birisine şarkı vermesi kolay değildir… O bize hediye etti Ben de ilk albümüde Sezen Aksu’nun eli değsin bana uğur getirsin istedim. Şarkının Emel Müftüoğlu yorumunu da çok beğeniyorum ama bence bu parçayı bir erkek de seslendirmeliydi. Bana göre hovarda ancak bir erkek olabilir…


Solo albümünüz sizi çok fazlasıyla tatmin etmişe benziyor. Sonrasında grubunuzla ayrılmak isteyebilir misiniz?

Biz çocukluk arkadaşı değiliz, biz bu işin bir araya getirildik ve profesyonelce bir araya geldik. Grup elemanları tek tek solo albüm yapacağı zaten en başından belliydi. İçimizden herhangi biri yükselişe geçerse bu sayede daha çok insana hitap ederiz hepimiz yükselişe geçmiş olacağız. Gruptan ayrılma gibi bir düşüncem yok.

KIRPILMAMIŞ CRANBERRİES KONSER İZLENİMİ

SENEYE YİNE GÖRÜŞELİM





Dünyaca ünlü İrlandalı müzik grubu The Cranberries, geçtiğimiz akşam İstanbul’da konser verdi. 7 yıl aradan sonra tekrar bir araya gelen The Cranberries grubu, Avrupa turneleri kapsamında 23 Temmuz akşamı İstanbul Maçka Küçükçiftlik Park’ta sahne aldı. Geçtiğimiz yıl çıkardıkları yeni albümlerinden de parçalar seslendiren Cranberries, neredeyse bir kült haline gelen Zombie adlı parçalarını da söyledi.

Dün gece saat 22.00’de başlayan konser için Cranberries hayranları saatler öncesinden Maçka Küçükçiftlik parkı doldurdu. Unilife organizasyonuyla gerçekleşen konserde ön grup olarak Malt çıkarken, Burn to dace yarışmacılarının birincileri de yaptıkları dans şovla seyirciyi konser için ısındırdı.

Konser saatini geçirmeden sahneye çıkan grubun solisti Dolores O'Riordan kırmızı elbisesinin üstüne giydiği üzerinde kanat işlemeleri olan ceketiyle dikkat çekti. Sahnede duramayan güzel solist tüm gece bitmeyen enerjisiyle İstanbullu hayranlarını büyüledi. Konsere 2001 yılında çıkardıkları wake up and smell the coffee albümlerinin çıkış parçası olan Analyse’la başlayan grup, İstanbul’da olmaktan dolayı mutlu olduklarını da söyledi. İkinci olarak efsane parçalarından birisi olan Animal Instinct adlı parçayı seslendiren O’Riordan, bu parçayla neredeyse konseri ele geçirdi ve konser alanındaki tüm elleri gökyüzüne uzattı. 16 yıl önce besteledikleri Dreaming my Dreams’den birlikte yazdıkları ilk şarkı olan Linger’la duygusal anlar yaşattı.

Şarkı aralarından seyirciyle iletişimini koparmayan Dolores O’Riordan, eğleniyor musunuz? Deyince gelen evet cevaplarına da espirili bir dilde tabi ki eğleneceksiniz sahnede ben varım diye cevap verdi. Son olarak 2002 yılında ülkemizde sahne alan Cranberries grubu, yaz boyunca İstanbul’u ziyaret edip de tüm şarkılarına seyircinin eşlik ettiği ilk grup da oldu denilebilir. Neredeyse hiç susmayan seyirci de solist O’Riordan’a I Can't Be With You, Ode to My Family, Salvation gibi parçalarında da eşlik etti.
Konseri No Need to Argue albümlerinde yer alan ve kült olmuş Zombie parçalarıyla bitirdiklerini düşünmemizi isteyen Cranberries, tabi ki yoğun alkışlar üzerine tekrar sahneye döndü. Bis’e çıkmadan üstünü değiştiren Dolores’in siyah bir elbise ve tüylü taç takarak sahnede tekrar yerini aldı. Put Me Down ,Still Can't.,Promises ve Dreams’i seslendiren Dolores, sıcak havadan ve kalabalıktan bunalan seyircilerinin üzerine bardak bardak su boşalttı ya da Cranberries rüyasından uyandırdı diyebiliriz. Seneye tekrar görüşmek istediklerini söyleyen grup bitmek bilmeyen alkışlar eşliğinde konserlerini bitirdi.
Konser notları:
1. Animal instinct’i söyledği sırada sahneye atılan papatya tacını taktı.
2. Biranın en pahalı olduğu konserdi.
3. Ridiculous Thoughts ‘da sahneye oturan Dolores, mini elbisesinin azizliğine uğradı. Bir süre sahneden ayaklarını sallandırarak oturan solist, ayağa kalkarken elbisesiyle aynı renk olan külotunun görünmesine de engel olamadı.

Fischerspooner

RÖPORTAJ VERMEYİ SEVMİYORUM (ben de sana bayılıyodum)





Fischerspooner


röportaj: Gülbahar KARAKUŞ

Geçtiğimiz hafta sonu electro popun ağır toplarından Fischerspooner, İstanbul’da unutulmaz bir konsere imza attı. Müziğiyle olduğu kadar müthiş sahne şovuyla da müzik severleri coşturan, bir izleyicisini sahneye davet edip şarkı söyleten, konser sonunda da seyircinin üstüne atlayan Casey Spooner’la konserin gerçekleştiği Santral İstanbul’daki Efes Pilsen One Love Festival alanında buluştuk ve çimlerin üzerinde sohbet ettik…


Merhaba nasılsınız?

İyiyim, teşekkür ederim…

İstanbul’da olmaktan mutlu musunuz?

Evet, tabi. İstanbul’da olmayı seviyorum.

Daha önce de gelmiştiniz bu kaçıncı oldu?

4 ya da 5 olması lazım, ama ilk olarak 2005’te gelmiştim.

Peki, İstanbul’u gezme fırsatınız oldu mu?

İstanbul sahneye çıkmayı sevdiğim bir şehir ama genelde zamanımız kısıtlı olduğu için gezme fırsatı bulamıyorum… Fakat bu sefer farklı olacak. Birkaç gün kalıp İstanbul’u gezmeyi düşünüyorum…

Umarım daha çok gelme fırsatınız olur, biz de hem müzik dinleyip hem de ilginç şovlarınızı tekrar izleme fırsatı buluruz! Bana göre size sadece müzisyen demek haksızlık olur, gerçekten işin şov kısmında da iyisiniz, siz ne düşünüyorsunuz?

Biz kendimize bir müzik grubu ya da ikili demiyoruz… Bizim yaptığımız şey, sanat ve eğlencenin arasında olan bir pop projesi. Warren(Fischer) ve ben sanat dünyasından geldik. Aslına bakarsan olağanın dışında olmak hoşumuza gidiyor. Kazayla da olsa, çok net olmasa da, fake bir şov işi olsa da eğlence materyalini kullanmaktan keyif alıyoruz. Yani sana katılıyorum, sadece müzisyen değiliz. Yaptığımız işte fotoğrafından, grafik tasarımına, müziğinden videosuna kadar her parçaya eşit ilgileniyoruz. Bu yüzden de sahnede eğlenceli oluyoruz.





Peki, şunu merak ediyorum: Grubu kurarken çıkış noktanız ne oldu?

Aslında olaya bu şekilde bakmıyorduk. İlk olarak bir film piyesi üzerinde çalışıyorduk, sonra onun soundtreğini bitirdik. Daha sonra da o şarkının performansını yaptık. Sanki bir şekilde doğru form ortaya çıkmıştı. Oyunculuk, deneysel tiyatro ve müzik arasında farklı bir dinamik ortaya çıktı. Warren bana o zaman, aynı anda hem pop star olmayı kabullendiğimi hem de reddettiğimi söylemişti. Biz de fikirlerimizin tadını çıkartmak istedik ve böyle bir şey ortaya çıkmış oldu.

Geçen yıl “Entertainment” ismini verdiğiniz albümü çıkarttınız, bu albümle diğerleri arasında nasıl bir fark var?

Entertainment bana göre diğer ilk iki albümün bir karışımı niteliğinde oldu. İlk albümümüz daha dijitaldi. Her şey elektronikti. İkincisinde ise stüdyoda çok zaman geçirip birçok kişiyle ortak bir çalışma yürütmüştük. Bu albüm ise diğer iki albümün harmanlanmış hali gibi.

Peki, ilk albümden bu yana neler değişti?

Ooo, çok uzun bir zaman diliminden bahsediyoruz, tabi ki değişiklikler olmuştur. Ben sana sorayım 12 yılda sende nasıl değişiklikler var?(gülüşmeler)

Seyirci sizin hep eğlenceli yanınızı görüyor, sahnede oldukça neşelisiniz, peki işlerin ortaya çıkma aşaması nasıl oluyor?

Açıkçası provalar işin en çok sevdiğim kısmı. Diğer yönlerinden nefret ediyorum diyebilirim. Mesela yolculuk etmekten, güvenliklerden, uçağa binmekten, otelde kalmaktan… Bunların hepsinden nefret ediyorum.

Anladığım kadarıyla röportaj vermeyi de pek sevmiyorsunuz…

Evet, bazen(gülüşmeler)yorucu olabiliyor bu yüzden kısa tutmayı tercih ediyorum.

TRANSİT FESTİVAL




TRANSİT FESTİVAL'İN TRANSTAKİ DANSÇILARI-GÜLBAHAR KARAKUŞ


Uzun süredir Kontak Doğaçlamayla uğraşan ve Belçika, Amerika gibi ülkelerde çeşitli atölye çalışmaları düzenleyen Nancy Stark Smith ve performansları esnasında doğaçlama olarak yaptığı müzikle dikkat çeken Mike Vargas’a Kapadokya’nın büyülü ortamında yaptıkları Underscore çalışmasında ülkemizden, Amerika’dan, Bulgaristan’dan, Çin’den, Kolombiya’dan ve Fransa’dan dansçılar eşlik etti. Cevizlik vadisinde oluşturulan platform üzerinde dans eden grup, ortamdan kopuk dans etselerde izleyiciyle göz teması kurmaktan da çekinmedi. Yaklaşık 3 saat süren gösteri sırasında, seyirciyi hareket etmekte serbest bırakan grup, doğaçlama olarak gerçekleştirdikleri dans esnasında aslında bizlere yabancı olmayan hareketleri farklı bir ambiyansla izleyicilerine sundu. Underscore esnasında kimi zaman çıldırmışçasına hareket eden dansçılar kimi zamanda ölü gibi yattılar.


Kapadokya geçtiğimiz hafta ilginç bir gösteriye ev sahipliği yaptı. Bu yıl 5’incisi düzenlenen Transit Festival, Uçhisar’da konuşlanmış Argos in Cappadocia Otel’inin bünyesinde 5,10 ve 14 tarihlerinde gerçekleşti. Biz de Dünyaca ünlü dansçı Nancy Stark Smith ve doğaçlama müzik tarzıyla dikkat çeken Mike Vargas’ın önderliğinde gerçekleşen bu gösterileri izledik ve grubun eğitmeni Nancy Stark Smith'le sohbet etme şansını yakaladık…

Nancy Stark Smith

Underscore stilini nasıl geliştirdiniz?

Aslına bakarsanız underscore tam olarak bir stil değil. Dans doğaçlaması için bir yapı diyebiliriz. Underscore tam olarak iletişim doğaçlamasının dans formunu içeriyor. Ben bu teknikle 70’lerin başından beri ilgileniyorum. Contact improvisation’ın (kontakt doğaçlama)bulucusu aslında Amerikalı bir dansçı ve koreograf olan Steve Paxton. Paxton sayesinde o sıralarda Amerika’da ve New York’ta yeni dansa yeni bir açı kazandırıldı. Dans eden kişilerin birbirlerine dokunduğu, kendilerini yere attığı, iletişim kurduğu doğaçlama bir performans şekli. Uzun süredir bu konuda çalışıyorum.




Mike Vargas’la ne zamandır birlikte çalışıyorsunuz?

Yaklaşık 12 yıldır.Ben Mike’ın yaşadığı Colorado eyaletindeydim. Naropa Enstitüsünde çalışıyordum. Orada bir performans için birlikte çalıştığım dansçı bir arkadaşım, çok iyi bir müzisyen tanıdığını ev onunla çalışmak isteyip istemeyeceğimi sordu. Arkadaşımın bahsettiği kişi Mike Vargas’tı. Tanıştık, provalar yaptık ve o zamandan sonra birlikte çalışmaya başladık.





Mike Vargas’tan önce müziksiz mi çalışıyordunuz?

Evet. En başta dans formu olarak müziksiz yapılıyordu. Atlarken, zıplarken v.s. vücudunuzun zamanlamasını sürekli kontrol etmek durumundasınız. Her an düşmeye, diğerini yakalamaya hazırlıklı olmanız gerekiyor.

Dansçıları nasıl seçtiniz?

Onlar bizi seçti aslında(gülüyor).Aslında basit olarak yapmak istediğimiz şey bir atölye çalışması fikriydi. Türkiye'den dansçıların da katılımını sağlamak için önceden çeşitli duyurular yapıldı. Herkesin yardımıyla Bulgaristan’dan Fransa’dan ve Türkiye’den birçok dansçı geldi. Bunların arasında profesyonel dansçılar da var, sadece harekete etmeyi sevenler de. Normalde yaptığımız atölye çalışmalarında orta seviyede bir dans yeteneği arıyoruz. Bu sefer bu organizasyonun bulunduğu ülkeden de dansçılar katılsın diye daha geniş bir alan açtık.

Gösteri başlamadan önce seyircilerinize istediğiniz gibi hareket edebilirsiniz, sıkılırsanız gidin tekrar gelin dediniz.Gösteri esnasında transa mı geçiyorsunuz da seyirci sizi etkilemiyor?

Öncelikle bu güzel bir soru. Sanırım transtayız ama buna trans demek de doğru değil çünkü transa girenler çevreden tamamen kopuk oluyor. Biz birbirimizden kopmuyoruz. O esnada uzaklaştığımız sadece günlük kaygılar ve planlardan uzaklaşıyoruz. Bir de transın ötesinde fiziken ve ruhen bir rahatlık hissediyoruz. Bu ortamda sizlerle tanışmak, isimlerinizi öğrenmek, o yerin ruhunu hissetmek de ayrı güzellikte. Birbirimizin perspektifinden de yararlanıyoruz.

Alışıldık bir dans değil en azından benim için ve ısrarla o anda neler hissettiğinizi öğrenmek istiyorum…

Biz daha resmi olmayan bir çevre yaratmak istiyoruz size tadını çıkarabileceğiniz bir özgürlük vermek istiyoruz. Performansın özel olmasının bir diğer nedeni de tamamen mekânıydı. Tamamen ilham vericiydi. Yerli halkın bizi izlemesi, Cevizlik vadisinin atmosferi ve mağaralara konuşlanarak bizi izleyen insanlar dahi vardı… Bu şekilde onlarla bir paylaşım içine girdiğimizi düşünüyorum. Gösteri sonunda seyirciler de bize katılıp bizimle konuşmak istediler.

“İstanbul’a uçarak geliyorum”-BUİKA




Röportaj: Gülbahar Karakuş

Caz ve Flamenko türlerini en iyi biçimde harmanlayan, İspanyol ezgileriyle yüreğinize işleyen BUİKA ikinci kez ülkemizi ziyaret edecek. Geçen yıl yeni albümü El Último Trago’yu çıkartan İspanyol şarkıcı, 19 Temmuz’da Çeşme Kalesi’nde sahne aldıktan sonra 20 Temmuz’da da İstanbul’da sevenleriyle buluşacak. İKSV’nin 17. İstanbul Caz Festivali kapsamında 20 Temmuz’da Sepetçiler Kasrı’nıda misafir edeceği sanatçıyla önceden konuşma fırsatı bulduk ve müziğindeki büyünün sırlarını sorduk…


Şarkılarınızda aşk ve hüznü ruhumuza dokunarak seslendiriyorsunuz, söylediklerinizi anlayamasak da o an onu yaşıyor gibisiniz…

Çocukluğumda da evde kız kardeşlerimle ve annemle bile şarkı söylerken, şarkıların öykülerinin içine nasıl girdiğimi hatırlıyorum. Sahnede de sanki farklı bir güç beni kontrol ediyor ve şarkının sözleriyle beni alıp götürüyor…


Elbette ki bir sanatçıya yaşadığı aşk, zulüm ya da acı ilham verir, sizin için de bu durum söz konusu mu?

Babamın çocukluğumuzda bizi terk etmiş olması bana hiçbir zaman aklımdan çıkmayan ve çocukluğumdan beri benimle her yere gelen bir acı veriyor. Bu konuda babamı asla affetmiyorum ama biliyorum ki böyle bir terk edilişi yaşayan sadece ben değilim.


Daha önce de Türk dinleyicilerinize “Nina de Fuego” (Ateşin Kızı)albümünüzü çıkardığınızda izleyicinin içini yakan bir konserle gerçekten ateşin kızı olduğunuzu kanıtladınız. Bu sefer de yeni albümüz “El Último Trago” yla geliyorsunuz, bizi nasıl bir performans bekliyor?

“El Último Trago”, Chavela Vargas’ın şarkıları ve çok cesaretli şarkılar. Özellikle bana ve eminim dinleyen herkese yalnızlıkla ilgili cesaret veren şarkılar diyebilirim. Kimi zaman yalnız kalmaya korkuyoruz ama aslında kendi hallerimizi, kendi gerçeklerimizi görmek zor geliyor. Vargas’ın şarkıları kendimizle baş başa kalma cesareti veren şarkılar.


“Ben bir Afrikalıyım ve Afrikalı müzik eğitimi almaz” demişsiniz, sizin sesiniz gerçekten büyüleyici ama neden Afrikalı eğitim almaz da atıyorum bir Mısırlı alır? Sizi onlardan ayıran şey müzik tarzınızdan başka nedir?

Kimileri egoları için şarkı yapıyor ya da şarkı söylüyor, kimileri ise ruhunu iyileştirmek, acılarına direnmek ve hayatla baş edebilmek için şarkı söylüyor. Afrikalılar hep, hayatla baş edebilmek için şarkı söyleyenlerden… Benim için de küçük yaşlarımdan itibaren şarkı söylemek hayatımı kolaylaştıran bir araç oldu. Bu yüzden çok içimizden geliyor ve hayat bu hediyeyi bu içtenliğe veriyor…


Aslında birçok müzik türünü başarılı bir şekilde harmanlıyorsunuz ama sonuç olarak ayrı ayrı müzik tarzlarının yerine tam bir Buika tarzı ortaya çıkıyor, bunun sırrını nasıl anlatırsınız?

Beraber çalıştığım prodüktörlerle ya da menajerimle albüm üzerinde çalışırken, benim disiplinimi onlar sağlıyor. Benim tüm yaptığım stüdyoya girmek ve içimden gelenleri söylemek. Uzun zamandır Javier Limon ile çalışıyorum ve hem bana ilham veriyor hem beni yönlendiriyor. Birlikte çalıştığım Pasion Turca ekibi ya da menajerim Mariana yepyeni bir fikirle ortaya çıktığında benim yine yapmam gereken hissettiklerimi yazmak…


El Ultimo Trago için Havana’ya gitmişsiniz ve albüm kaydı sadece 11 saat sürmüş, her zaman bu kadar hızlı mısınız?

Şarkı söylerken bana farklı bir güç el veriyor ve her zaman sahnede olduğu gibi şarkılarla farklı bir yerlere akıyorum. Sanırım hissederek şarkı söylediğinizde teknik konular çok kolay hallediliyor ama bana bu şartları sağlayan çok profesyonel bir ekiple çalışıyorum.


Son albümünüzde sizinle daha önceden düet yapmayı reddeden Chavela Vargas ile çalıştınız… Buna nasıl karar verdiniz?

Chavela Vargas beni hiçbir zaman reddetmiş değil, sadece yaşı ilerlediği için sağlık durumu izin vermediğinden bir araya gelemedik ve onun şarkılarını kaydettiğimizde Vargas 90 yaşına girmişti. Açıkçası onu kayıtlara çağırmak bile zorlayıcı olabilirdi. 90 yaşında ve koskoca bir cesaret tarihi olan özel bir şarkıcının, bir divanın şarkılarını söylemiş olmak bana büyük onu veriyor…


Nelly Furtado’yla da bir çalışmanız olmuş, kendi tarzınızın dışına çıkmaktan korkmuyorsunuz sanırım?

Nelly Furtado, çok iyi bir şarkıcı. Herhangi bir şarkıcının ya da herhangi bir sanatçının Nelly gibi tüm dünyaya kendini ifade edebiliyor olması bende büyük bir hayranlık uyandırıyor. Şarkıları milyonlar satan bir sanatçının binlerce kişiye verdiği konserler çok büyüleyici, Nelly Furtado’nun kendi alanında çok güçlü bir şarkıcı olduğunu düşünüyorum, beraber kaydettiğimiz şarkıda da güçlü kadınları anlatıyoruz.

Türk dinleyicisi için bir mesajınız var mı, İstanbul’u gezme fırsatınız olmuş muydu? Şehri beğendiniz mi?

İstanbul bana çok büyüleyici geliyor, İspanya’nın tarihine baktığınızda hatırlamak istemediği çok fazla anısı var. İstanbul’da geçmişi tüm şehir hatırlıyor ve hatırlatmayı seviyor gibi. Geçmişle bağının bu kadar güçlü olan ama aynı zamanda New York gibi modern ve canlı bir şehirde olmak büyüleyici. Bana şimdi İzmir çok güzel anlatılıyor. Hem 19 Temmuz’da ilk kez İzmir’de olacağım hem de 20 Temmuz’da İstanbul’a uçarak geliyorum.

Öğretmenim Beyonce



SAFURA ALİZADE


Röportaj:Gülbahar KARAKUŞ
Fotoğraf: Sinan Özbalkan

Eurovizyon’un bu seneki en genç yarışmacısı olan Safura Alizade, ülkesine götürdüğü 5’inciliğin ardından başarısına yenilerini de eklemeden duramıyor. Geçtiğimiz günlerde ilk albümü “It’s My War”(Bu benim savaşım)’ı çıkartan 17 yaşındaki güzel şarkıcı, 28 Haziran-3Temmuz tarihleri arasında düzenlenen Uluslararası Çeşme Müzik Festivaline katılmak üzere ülkemizi ziyarete geldi. Biz de bu fırsatı kaçırmayıp, genç yetenek Alizade’ye merak ettiklerimizi sorduk.



17 yaşında bu kadar başarı elde ettiğine göre bu işe çok erken yaşlarda başlamış olmalısın…

3 yaşından beri müziğe ilgim var.16 yaşında Azerbaycan’daki Pop İdol yarışmasına katıldım ve birinci oldum. Violin üzerinde 5 yıl eğitim aldım, oradan sonra saksafon eğitimi aldım.

Euroviyon’a hazırlık süreci nasıl geçti?

Bazen beni çok zorladı, ülkeni temsil ediyorsun ve en iyisini yapmak gerekiyor. Ailem ve yakın akrabalarım bu süreçte beni çok desteklediler ama yine de bir baskı hissettim üzerimde. Buna rağmen 3 dakikada gerçekten elimden geleni yaptığımı ve çok iyi bir tanıttığıma inanıyorum.Çalışmalarımı cok profesyonel bir takım ile birlikte gerçekleştirdim, mesela Beyonce'nin koreografı Jaquel Knight, müzik videomun yapımcısı ise Rupert Wainwrigt, Michael Jackson ile çalışmış bir yapımcı.

Sonuçtan memnun kaldınız mı?

Şov performansıyla Azerbaycan’ı en iyi şekilde temsil etmek isteğimi hem şarkımla hem sahne şovumla. Elbette ki herkes 1’inci olmak ister ben 5’inci oldum ama ülkemde beni birinci olmuşum gibi bir coşkuyla karşıladılar.
İlk albümünüz de çıktı, hatırlı olsun…

It’s my War adlı ilk albümüm hazır. Henüz Türkiye’de yok ama Avrupa’da Haziran 18’de satışa çıktı ve müzik listelerindeki yerini aldı.(Bir tane de imzalayıp bana verdi) Şu anda müzik kariyerim için İsveç’e yerleştim çalışmalarımı oradan sürdürüyorum, ilk albümüm de İsveç’te hazırlandı.

Yarışma sonrasında Türkiye’den bir teklif geldi mi?

Çok teklif geliyor, bunları değerlendireceğim. Önümüzdeki günlerde de Çeşme Uluslararası Müzik Festivalinde konuk sanatçı sahneye çıkacağım olarak bir de jüride yer alıyorum.

Çok gençsiniz, müzik kariyerinizin başında sayarsak örnek aldığınız isimler var mı?

Beyonce’u çok beğeniyorum. Onun şarkılarını dinliyorum, performanslarını izliyorum ve onu bir öğretmen olarak görüyorum. Giyiminden sahne performansına kadar büyük bir hayranlık besliyorum.

Türk sanatçılardan sevdikleriniz var mı?

Sertap Erener’i çok seviyorum. Zaten pop idol yarışmasına da onun “Here I am” adlı parçasıyla birinciliği kazandım. Serdar Ortaç ve Rafet El Roman’ın da tarzlarını çok beğeniyorum ve severek dinliyorum.

Eurovizyon’a katılan diğer ülkelerin sanatçılarını nasıl buldun?

Çok iyi performansı olan ülkeler vardı ama elbette ki Manga’yı çok beğendim.
Türkiye’ye ilk kez mi geldiniz?

Daha önce de gelmiştim, ama gezeme fırsatım olmamıştı. İlk defa bu kadar uzun süreli geliyorum.Buraya gelmeden önce Çeşme’ye uğradım ve kısa bir tatil de yaptım.

Gelecek aylarda neler yapacaksiniz?

Şu an albümüm için promosyon turlarını yapıyorum. Albümümün turnesine Eylül'de başlayacağım ve açılışı Bakü'de gerçekleştireceğim. Daha sonra tüm Avrupa'da konserlerim olacak, umarım İstanbul'da tekrar görüşürüz.

SLAYER 4 BÜYÜK’TEN OLDUĞUNUN FARKINDA




Slayer Dave Lombardo Röportajı-Gülbahar KARAKUŞ

Geçtiğimiz hata sonuna damgasını vuran exi 26 AKBANK SONISPHERE FESTİVAL tarihte bir ilke imza atarak Metal müziğin 4 büyüğü olan Anthrax, Metallica, Megadeth ve Slayer’ı ağırladı. Heavy Metalin Mayıs ayında kaybettiği efsane isim Ronnie James Dio sahnesinde İstanbul’lu metalcilere unutulmaz üç gün yaşatan gruplardan birisi olan ve Amerikan’nın en önemli müzik ödüllerinden Grammy’yi iki kere kazanan Slayer’la sahneye çıkmadan önce buluşma fırsatı bulduk. İşte grubun davulcusu Dave Lombardo’yla olan kısa söyleşimiz…

SLAYER 4 BÜYÜK’TEN OLDUĞUNUN FARKINDA

Nasılsın?
Harika

İkinci kez İstanbul’da olmak nasıl?

Güzel bir duygu. Sabah erken kalktım etrafı dolaştım, harika zaman geçirdim. Camilerin olduğu bir yere gittim (Sultanahmet), yemek yedim, birkaç dükkân gezdim… Gerçekten çok güzeldi.

Son albümünüz “World Painted Blood”u diğerlerinden ayıran özellik nedir?

Bilirsin dünyada savaş var, insanlar ölüyor. Birileri 2012’de dünya yok olacak, her şeyin sonu geldi diyor. Büyük bir trajediden bahsediliyor Trajedi olacak diyor… World Painted Blood, tipik bir Slayer albümü oldu. Slayer sanat ve müzik demek. Biz kimseye bir şey anlatmak için burada değiliz, sadece düşündüklerimizi paylaşıyoruz.

Bu albüm, eski moda bir Slayer albümü oldu. Soundu tam trash müzik soundunda ve geleneksel Slayer sesi. Bir önceki albüm “Christ Illusion”da davulun sesini sevmemiştim, miksi hoşuma gitmemişti açıkçası ama bu albümde melodi de vokal de davulda inanılmaz oldu. Bu yüzden de biraz farklı bir albüm diyebilirim.





Sonisphere’de 4 büyük grup arasında anılmak ve diğer 3’üyle aynı sahneyi paylaşmak nasıl?

Bu tarihe bir ilk, gerçekten çok ilginç. Üç grupta Kaliforniya’dan,tabi Anthrax New York’tan. Hepimiz aynı stilde ve uzun süredir müzik yapıyoruz, aynı sahnede olmak güzel .

4 büyükten birisi olarak anılmak değişik olsa gerek...

Bu inanılmaz bir duygu. Slayer, zaten o dördünün arasında olduğunu bilen bir grup. , uzun zamandır bu işi yapıyoruz, bu gerçekten mükemmel bir hareket, hayranlarımız da bunu sevdi.

Diğer 3’ü nasıl, onlar hakkında ne düşünüyorsunuz(Anthrax, Megadeth, Metallica)?

Tabi, hepsini seviyoruz, arkadaşız. Çok iyi arkadaş olmayabiliriz(gülüyor) ama birbirimizle konuşuyoruz ve saygılıyız.

Festivalde sahne alan Türk grupları hiç duydunuz mu?
Hayır.

Slayer'ın bir parçası olmak nasıl? Daha önce bir dönem gruptan ayrı kalmıştınız.
Slayer için davul çalmak şiddetli bir şey. Çok kaotik bir his. Sahnede o kadar çok şey oluyor ve ben hipnotize oluyorum. Slayer’ın enerjisini anlatacak sadece bir kelime vardır o da öfke. Bunu hayranlarımızda da gördüm. En son Belçika konserimizde bu öfkeyi hayranlarımızın gözlerinde gördüm. Gün batımında, güneş hepsinin üzerindeydi ve onlar bağırarak parçalarımıza eşlik ediyordu. Gerçekten inanılmaz bir atmosfer vardı.

Son olarak buradaki hayranlarınıza söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Bu İstanbul'a ikinci gelişimiz.Bize buraya tekrar gelme şansı tanıdığınız için teşekkür ederiz, İstanbul’da olmak harika burayı seviyorum, tekrar gelmeyi bekliyor olacağım.

STONE SOUR -SHAWN ECKONOMAKI




strong>GÜLBAHAR KARAKUŞ-STONE SOUR RÖPORTAJI

Geçtiğimiz hafta exi 26 AKBANK SONISPHERE FESTİVAL ’de sahneye çıkan Stone Sour’la konser öncesi konuştuk ve merak ettiklerimizi sorduk. Grubun basçısı Shawn Eckonomaki’nin samimi cevaplarıyla İstanbul’a ilk defa gelen Amerikalı Stone Sour’a henüz piyasaya çıkmamış olan yeni albümleri Audio Secrecy’yi de anlattı…

Sonisphere’de sahne almak nasıl?
Bu harika bir duygu çünkü rockın efsaneleriyle aynı sahnede yer alıyoruz.

Yeni albümünüz Eylül’de piyasaya çıkacak, en son albümünüz 2005’te çıkmış, neden bu kadar uzun bir ara verdiniz…
Slipknot turnedeydi…(Grubun vokali Corey Taylor ve gitaristi James Root aynı zamanda Slipknot’ta yer alıyor)

Audio Secrecy nasıl bir albüm oldu?
Yaptığımız en iyi albüm diyebilirim, biliyorum çoğu gurup bunu söylüyor fakat gerçekten “Audio Secrecy” iyisi oldu(gülüyor)… Daha güçlü ve ağır şarkılar var ve bu albümde herkes için bir şeyler var diyebilirim. Daah ağır sevenler için ağır parçalar daha sert sevenler için sert parçalar… Aydınlık, karanlık… Bu parçaların hepsi Audio Secrecy’de var.

Peki, albümün çıkış noktası nedir, teması falan?
Amerikanın rock gruplarının olduğu durumdan şikâyetçi olduğumuz için, şarkı sözü öyle yazılmaz böyle yazılır gibi bir iddiadan yola çıktık.

Sizin en sevdiğiniz parça hangisi?
Aslında bu biraz zor bir soru… Birkaç tane favori parçam var ama Digital, benim en sevdiğim parça diyebilirim. Enerjisi çok yüksek bir parça. İnsanların internet yüzünden şu anda yaptığımız gibi yüz yüze konuşamadığını anlatıyor… Bir süre sonra sadece mesajla bir insana ulaşabiliyorsunuz, bundan şikâyet eden bir şarkı. İnternet yoluyla birbirlerinden kopuyorlar, aradığında bile bulamıyorsun mesaj atman gerekiyor falan…






Konserde yeni albümden de çalacak mısınız?
3 yeni şarkımızı paylaşacağız. Mission Statement, Bitter End ve Digital.

Corey ve James’in Slipknot’da da yer alması sizi zorlamıyor mu?
Aksine bize fayda sağlıyor diyebilirim. Yani onlar çıkıp oradan oraya koşturuyormuş gibi olmuyor aksine bize enerji toplamamız için fırsat veriyorlar. Yeni parçalar üzerinde çalışmak için hem zaman hem de ilham veriyorlar…

İstanbul’ da ilk konseriniz olacak, biraz gezme fırsatınız olacak mı?
Maalesef dün gece Atina’daydık, oradan direk buraya geldik, havaalanından da direk konser alanına fakat buradaki kalabalık inanılmazdı gerçekten…

Türk grupları biliyor musunuz?
Hayır, ama dinleyeceğiz…


GOTAN PROJECT

Tango'nun Erotizmi





Gülbahar KARAKUŞ /Gotan Project

Tango’nun modern yüzü olarak anılan Gotan Project, 2 ay önce çıkardıkları yeni albümleri Tango 3.0’ın turnesi kapsamında Tekirdağ Rakısı Trakya serisi ana sponsorluğunda ve Lounge 96 organizasyonuyla Maçka Küçükçiftlik Park’ta muhteşem bir konser verdi. Yağmur’a rağmen izleyenlere müthiş bir müzik ziyafeti sunan Tango Project’in üyeleri Fransız Philippe Cohen Solal, Arjantinli Eduardo Makaroff ve İsviçreli Christoph H. Müller’le kuliste buluştuk ve aşk ve tutkunun müziği hakkında merak ettiklerimizi sorduk…


Şunu merak ediyorum, tango ve elektronik müziği harmanlamak nereden aklınıza geldi?

Biz, çok eski bir şey için yeni ve farklı bir şey yapmak istedik. İnsanları Tango’nun ilginç ve heyecan verici bir müzik olduğuna ikan etmek istedik. Gotan Project’ten önce, insanlara Tango hakkında fikirlerini sorduğunuzda, insanlar burun kıvırıyor ve yaşlı insanlar için olan yaşlı bir müzik olarak görüyordu. Gotan Project’le birlikte insanların Tango’ya bakışının da değiştiğini biliyoruz ve görüyoruz. Bizim amacımız sadece Tango yapanların müziği olan bu müzik türünü dans pistlerine taşımaktı. Bizden önce Massive Attack grubunun dans pistlerine yeni bir hava getirmesi çok hoşumuza gitmişti, gerçekten etkilenmiştik. Biz de ilk albümüzde daha tempolu şeyler ürettik.


Peki, üçünüzü bir araya getiren şey neydi, sadece Tango aşkı mı? Yoksa hali hazırda arkadaş mıydınız?

Eduardo: Biz hiçbir zaman arkadaş olmadık Biz hem düşman he de bir takımız ( kahkahalar).

Biz Paris’te tanıştık, bir araya geldik. Philippe ve Christoph birlikte çalışıyordu, ben de Tango müziği yapmak için Arjantin’den gelmiştim.Bizi bir araya getiren şey Tango için yeni bir şeyler yapmak istememiz oldu. Yeni bir deneyim yaşamak ve müzikal anlamda bir araştırma yapmak için bir araya geldik.

Christoph: İlk başlarda bu bir underground projeydi. Yanibu kadar ilgi görüp sevilebileceğini tahmin etmiyorduk. Bir araya geldiğimizde tam olarak ne kadar birlikte çalışacağımızı bilmiyorduk bile, belki bir şarkı yapacaktık, belki de iki…










Gotan Project’e insanların tepkisi nasıl oldu, sonuç olarak siz çok eski bir şeyi alıp yenilediniz ve her zaman yeninin karşısında duranlar çıkar?

Eduardo : Dinleyicinin de diğer Tangocularında tepkileri hep olumlu yönde oldu. Çünkü biz tangonun özünden sapmadan, farklı tango müzisyenleriyle de çalıştık. Tango’nun ilk defa moderniteyle ortaya çıkması onları da şaşırttı ve sevdiler… Ve artık sanırım elektro tango denilen bu müziği çoğu insan çok seviyor.

Gotan Project, Tango’nun modern yüzü olarak biliniyor, sizce nedir Gotan Project?

Philippe: Biz Tango’nun özüne bağlı kalarak ondaki estetiği, kuralları yeni bir hale büründürdük. Sadece müzikal anlamda değil de aynı zamanda görsel olarak da tangonun özüne dokunmadan, klişeleri çıkartarak müzik yapıyoruz. Bazen biz de klişeleri kullansak da, her sahneye çıkışımızda her albümde ve her parçamızda dinleyicimizi şaşırtmayı seviyoruz. Biz Tango 3.0’ın adını verirken de tam olarak yeni ve eskiyi bir araya getirdiğimizi yansıtsın istedik. Tango eski bir şey ve 3.0 ise geleceğin web komünikasyonu… Biz sahneye 1930’ların tarzıyla şık takım elbiselerle çıkıyoruz ve aynı zamanda son teknolojileri kullanıyoruz.

İstanbul’dan önce Atina’daydınız, oradaki konseriniz nasıl geçti? Yeni albümü sevmişler mi?

Gülüşmeler… Öyle görünüyordu…
Eduardo: albümü henüz 2 hafta önce çıkardık ama seyirci şarkıları ezbere biliyordu… Sanırım sevmişler…

Müzikleriniz filmlerde ve dizilerde de yer alıyor… Daha önce sex and the city ve nip tuck dizilerinde kullanılmıştı… Yeni bir proje var mı?

Philippe Evet. Son olarak Tom Cruise bizi seçti Cameron Diaz’la birlikte rol aldığı Kngiht & Day ‘in müziklerini yaptık. Ama Scientologists değiliz.gülüşmeler..

Tango aşkın ve tutkunun müziği olarak anılır…

Eduardo: Evet ama Tango sadece aşk ve tutkunun müziğinden daha fazlasıdır.
Philippe Biz bu albümle aslında insanlara Tango’nun erotik yönünü de göstermek istedik.
Albüm kapağının tasarımı da bu şekilde oluştu. Sanat yönetmenimizin tavsiyeleri doğrultusunda sanatsal bir erotizm yakalamak istedik.

Eduardo: İstanbul’un benim için bir aşk hikâyesi var. Fransa dışındaki ilk konserim İstanbul’daydı.

Christoph: İstanbul’u gerçekten çok seviyorum. Bilirsin, biz gerçekten turnelerle çok fazla yer görüyoruz ve İstanbul benim sayılı favori şehirlerimdendir. Değişik kültürlerin, tarihin ve insanların bu kadar güzel bir karşımı. Ben müzikte de hayatta da kontrastları severim. İstanbul benim için kontrastlarla dolu bir şehir.
Eduardo: Bu sabah koşuya gittik… Deniz kenarında köprünün altındaydı, böyle…

Ortaköy? Evet, orası. Dar sokakları vardı…

Philippe : Benim için farklı bir yeri de var İstanbul’un, evet birçok kez geldim çok güzel bir şehir ama ben aynı zamanda İstanbullu bir kadınla sevgiliyidim… İki sene birlikteydik ve birbirimizi seviyorduk… Bu yüzden de İstanbul’un bendeki yeri çok farklı…